18 Haziran 2016 Cumartesi

Hoşgörünün sınırları

    Etrafımızdakileri değiştirmeye çalışmaktan vazgeçip kabullenmeye başladığımızda hoşgörüye merhaba deriz, bazı şeyler eskisi kadar gözümüze batmadığında da hoşgörü oradan bize bakıp el sallıyordur. Bunu öğrenmemiz bazen zaman alabilir, çünkü bazılarımız için çocukluk ve gençlik dönemleri çok da hoşgörülü zamanlara denk gelmemiş olabilir. Yeni nesilden en büyük farkımız bu galiba. Çocukluğum 90'lara tekabül ediyor, pek hoşgörülü bir ortamda yetişmedim, evde sürekli ya misafir gelirse telaşı, dışarda da, bizi rezil etmeyin telkinleriyle büyüdüm. Dolayısıyla nasıl davranmam, nasıl davranmamam gerektiğini ve asla itiraz hakkım olmadığını öğrendiğim bir çocukluk yaşadım, herkesin işi başından aşkındı, kimsenin benim saçma fikirlerime ihtiyacı yoktu, susup dinlemem gerekirdi büyükleri ve hepsine saygı duymalıydım. Fakat sonrasında herşeye isyan ettiğim bir gençlik dönemi geçirdim, çocukluğumda bastırdığım ne varsa herşey ortaya döküldü saçıldı. İyi kötü bilmem ama o zaman olmasaydı elbette birgün olacaktı, çünkü ben çocuk olarak geldiğim dünyada en zevkli geçecek günlerimi yetişkin taklidi yaparak geçirdim. Bunun intikamı biraz ağır oldu. Yazının başlığında dikkat çekmek istediğim konu tam olarak buydu çocuklarımıza birazcık hoşgörüyü çok görmeyelim. Ama bu hoşgörüyü abartıp başkalarının haklarına saldıran çocuklar yetiştirmeyelim. Bu ayrımı yapmak tabiki anne baba için hiç de kolay değil ama kişinin özgüvenli olması ve sınırlarını bilmesi açısından çok önemli.
      Sürekli kısıtlanan çocuklar, çok fazla özgürlük verilen çocuklar kadar belki onlardan daha çok çevresine zarar verebilirler. Durum şöyle; anne babanın sınırsız özgürlük vermeye çalıştığı çocuk toplumda diğer insanlar tarafından yeri geldiğinde uyarılacak ve elbette yaptığı yanlışlar yüzünden dışlanıp yalnız kalacak ve geç de olsa sınırlarını çizecektir. Fakat kendisi olmasına hiç izin verilmeyen çocuğun maskesinin altından ne çıkacağını bilemeyiz, onaylanmak veya tepki görmemek için kendi düşüncesini kendine saklayan çocuk, davranışlarının sonucunun ne olacağını bilmeden hep engellenmiştir. İnsanlara ve kendine nasıl faydalı olabileceğini veya nasıl zarar vereceğini öğrenemeden bir robot gibi yetiştirilir. Zamanı geldiğinde duygularını ifade edemeyecek, kendini savunamayacak, hatta istediğini söyleyemeyecek derecede kendine olan güvenini kaybetmiş olacaktır. Bu durum çocukta kendisine ailesine ve çevresine öfkeyle bakmasına sebep olur. Uslu çocuk yetiştirmek isterken, psikolojik problemlerle uğraşmak istemiyorsanız, çocuğunuz bırakın çok önemli olmayan kararları kendisi versin, giyeceği kıyafeti, ne zaman ders çalışacağını, parka ne zaman gideceğini mesela. Çocuğunuzu bir kalıba sokup sonra da çevreden alkış toplamanın peşine düşmeyin. Bırakın çocuğunuzu kimse övmesin ama siz çocuğunuzu, o da sizi sevsin. Başkalarına ve kendine zarar vermesi haricinde ciddi anlamda müdahale edilmeyecek durumları onun insiyatifine bırakın. Onun da bir birey olmasına izin verin.
     Çocuk sizin toplumda taşıdığınız maskeye uygun bir maske taşımak zorunda değil, yoruluyorsanız mış gibi davranmaktan, o zaman gerçek olun ve çocuğunuzun  da kendi gerçekliğini yaşamasını seyredin. Anne baba olmak demek o çocuğun hayatında kalıcı izler bırakacaksınız demektir, bırakın çocuk sizi hatırladığında güzel anıları olsun, kısıtlandığı, dayak yediği, onaylanmadığı ve sürekli eleştirildiği için çocukluğundan kaçmasın. Hoşgörülü anne babalar mutlu çocuklar yetiştirerek, huzurlu bir toplumu oluşturabilir. İyi günler sevgili okurlar :)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yaşam ve Ölüm

Doğumu mucizevi bir olay kabul ediyoruz fakat ölüm neden hep kötü şeyler hatırlatır bizlere? Başka bir boyuta geçeceğimize inanan herkes iç...