15 Mayıs 2016 Pazar

Toplum ahlakı ve cinsel suçlar

    Son zamanlarda kadın tacizi haberlerini bir yana bırakın, en temiz, en saf olanlara; çocuklarımıza yapılan saldırıları konuşur olduk. Paramparça edilen sadece bedenleri ve mahremiyetleri değil aynı zamanda kişilikleridir ve o yavruların ne yöne savrulacağını ve geleceklerinin nasıl olacağını kestiremiyorum. Allah hepsinin yardımcısı olsun diyebiliyorum, haliyle isimleri gizlenen, bu yaraları tek başına sarmak zorunda olan yavrular. Kendi çocuklarımızın başına gelmesinden korktuğumuz her olay başkasının çocuğunun başına gelirken susma hakkımız yok. Bu durum nasıl toplumsal bir travma oldu, ensest, çocuk tacizi, tecavüz nasıl bu kadar normalleşti ve yaygınlaştı herkes oturup düşünmeli. Ben bu konuda toplum olarak nerede hata yaptığımızı sorguluyorum.
     Öncelikle medyanın ciddi bir disiplin altında olması gerekiyor. Medyada sansür baskı gibi saçma haberler elbet olacaktır. Ama şunu bir düşünün lütfen, dizilerde reklamlarda, herkes sevişip, öpüşüyor ve sadece bu şekilde mutlu oluyor, adeta öpüşmek için yaşıyor dizi karakterleri. Bütün izleyiciler de o sahneyi bekleyerek izliyor diziyi sanki. Ekmek kavgasını, adaleti, aile değerlerini anlatan kaç tane yayın veya dizi var? Herkesin tek derdi öpüşmek, nasıl bir dünya algısı yarattıklarından bihaber reyting peşinde koşturup duran insanlar. Demiyorum ki bunu izleyen herkes gidip birini taciz eder, ama neden insanları sürekli en ilkel duygulardan biri olan cinsellik temasıyla ekrana bağlayan programlar var? Bu programlar neye hizmet eder, topluma faydası nedir. Kimse bana özgürlük falan demesin, neyin özgürlüğü? Fikir mi üretiyor bu diziler? İlim irfan mı öğretiyor? Yoksa içimizdeki potansiyel sapığı mı açığa çıkarıyor. Birisi sokağın ortasında karısını öpse yahu ne yapıyor deyip sinirlenirsiniz. Dizide olunca aynı sahne 70 milyon severek izliyoruz, böyle ikiyüzlülük olamaz. Yanlışı doğruyu ayırt etmiş insanlarsak, televizyon sektörünün, ekran başında çoluk çocuk kim var demeden sürekli bel altı çalışmasına dur demeliyiz. Hasta ruhlu insanlarla yaşamak istemiyorsak, bu hasta ruhlu programlardan kurtulmalıyız. Bunu başaracak olan eleştirmenleriyle. seyircisiyle halktır. Halk bunu istiyor yalanını kendinize saklayın, bugün Osmanlı'nın kuruluşunu konu alan Diriliş dizisi reyting rekorları kırıyor, içinde bırakın öpüşmeyi; el ele tutuşma sahnesi gören varsa bana anlatsın. Bir tarih ancak bu kadar güzel uyarlanabilir, ekrana yansıtılabilirdi. Demek ki illa cinsellik içermesi gerekmiyor halkımızın bir diziyi beğenmesi için. 
     Sadece tv programları değil elbette, sosyal medya, gazete ve dergiler sanki her sorun halloldu, savaşlar bitti, açlık mı o da ne kafasından kurtulmalı artık, çıplak kadın resmi basarak, frikik yakalayarak iyi gazeteci olunmaz. Halkın, dünyanın, çocukların sorunları masaya yatırılmalı, herkes daha iyi bir dünya için ne yapacağını hesaplamalı. Kısa ömrümüzü de başkalarının vücutlarına boş boş bakarak tüketmek ne kadar doğru olabilirse, bunu gazetecilik diye halkın önüne koymak da o kadar doğru olabilir. İnsanlarda şehvet uyandırarak, zinanın önünü açan bir iş ne kadar doğru olabilir siz düşünün.
     Medyayı bir tarafa bırakırsak, suçu kendimizde aramanın vakti geldi de çattı bence, hepimiz insanlığın ne demek olduğunu unutmak üzereyiz. Dünyaya her türlü zevki tatmaya geldiğine inanan insanlar var. Bu dünya nimetleri sayısızdır evet, ama biz her şeyi kullanmak, tüketmek, kirletmek için gelmedik bu dünyaya. Bu dünyaya temiz ve iyi olanı, kötüye ve pise tercih etmeye geldik. Ne yazık ki iyi kötü, temiz pis karışmış, adını da benim seçimim, benim doğrum koymuşuz. Böyle bir dünyada kimse kusura bakmasın, kimine göre mini etekliye tecavüz haklı olur, kimine göre namaz kılan adamla dalga geçmek düşünce özgürlüğü olur. Böyle bir toplumun hasta ruhlu insanlar yetiştirmesi de tesadüf değildir. Çünkü insanın değer yargılarının zamana mekana göre sürekli yıkılması değişmesi demek o insanın benliğinin de parçalanması demektir.
     Peki gerek dışardan gerek içerden toplumsal ahlakı bozan düşünce ve davranışları nasıl düzeltebiliriz. Öncelikle İslam ahlakını öğrenmeli toplumumuz. Müslümanım derken iki kere düşünmeli, ben nasıl bir Müslümanım, ahlakımla nasıl örnek olurum diye. Sadece kendinizi düzeltmek yetmez, sizi eleştirseler de belki bir kişiyi değiştirmeye vesile olurum diyerek, ahlaklı olmanın yollarını başkalarına da anlatacaksınız. Bir insanı yalan söylemekten, kimini zinadan, kimini iftiradan, kimini dedikodudan uzak tutmaya çalışacaksınız. Toplumun ahlakını tek başına değiştiremezsiniz elbet ama her gün bu görevi üstlenen birçok insan var. İnsan ahlakını, onurunu ayaklar altına alan ve bununla gurur duyan, hayvan gibi yaşamamız gerektiğine inananlar olduğu gibi. Ama iyiyle kötünün savaşında kazanan bellidir, yeter ki siz de safınızı belli edin. Sadece hasta ruhlu insanları değil, hasta ruhlu insanları besleyen toplumun yanlışlarını da haykırmak, ısrarla anlatmak ve düzeltmek gerek. Toplumun genelindeki ahlaki çöküşü görmezden gelerek değerlendirmeyelim duymak istemediğimiz taciz haberlerini. Bir tarafta durmamız gerekirken, tarafsız durmayalım, toplum böyle haberlerden iğrenirken bir yandan da ahlaksızlıkları ''Sanat için soyunmuş'' diye aklamaya çalışmayalım, yanlışları terkedelim. Evlatlarımızı daha güvenli bir ortamda yetiştirmek için İslam'a sarılalım, İslam ahlakıyla ahlaklanalım inşallah.

14 Mayıs 2016 Cumartesi

Modern putlar

    İslamiyet insanlara aklı kullanarak gerçeği bulmanın ve vicdanı kullanarak iyi insan olmanın önemini anlatmıştır. En büyük fikri savaşlardan biri putlara karşı verilmiştir. İnsanın kendisinden güçlü ve saygın bir varlık olduğunu düşünerek yaptığı putlar ve bunlara olan sevgisi ne yazık ki gerçekleri görmelerine çoğu zaman engel oldu. Bu putları yıkmak ve yanlış yolda olduklarını kabullenmek ve kendilerine ayetler getiren peygamberin anlattığı tek bir yaratıcıya, Allah'a inanmak onlara zor gelmişti. Gözle görülür, elle tutulur bir nesneye tapmak daha kolaydı onlara göre. Bugün ne yazık ki durum birçok insan için değişmedi.
    Somut ve soyut kavramları öğrenmiştik çok küçükken, soyutu nasıl ifade edeceğimizi nasıl örnek vereceğimizi şaşırırdık, somut olan gözle görülür, elle tutulur olanı anlamak ve anlatmak daha kolaydı bizim için. Elektrik, akıl, vicdan gibi olguların soyut olduğunu öğrendik, bunlar vardı fakat biz göremiyorduk. Allah'ı inkar ederken göremiyorum o halde yoktur iddiası burada çöküyor zaten. Biz Allah'ı yarattıklarıyla, kutsal kitaplardaki ve hayatımızdaki mucizeleriyle, ibadetlerimizle bilmeye çalışıyoruz. Gerçek anlamda onu göremeyeceğimizi bilerek iman ediyoruz. Peki gördüğümüz, dokunduğumuz nesneler bize daha mı yakın geliyor Allah'tan? Modern putlar başlığını bilerek seçtim, çünkü artık put inşa edip tapan insanların sayısı azaldı. Bunun sebebi, peygamberler aracılığıyla inen kutsal kitaplarımızdır, insana yaptığının ne kadar saçma bir iş olduğunu göstererek anlatmıştır. Peki yıkılan putların yerini modern putlar almış olabilir mi? Modern putlarla biz; dünyaya neden geldik, Allah kitabında bizler için nasıl bir yaşamı övüyor, nelerden sakının diyor bunları unutuyoruz. Bu putlar nelerdir hep beraber bakalım:
     Her türlü mal, mülk; bunlar ev, işyeri, araba, takı hatta elbise dahi olabilir. Nasıl tapıyoruz bunlara? Karşılarına geçip ibadet etmiyoruz elbette fakat onlara olan sevgimiz bizi onların kulu, kölesi haline getiriyor, adeta bir ev almak için ömrümüzü heba ediyoruz. İstediğimiz evi alana kadar belki hayatın pek çok alanını ıskalayıp yaşadığımızı sanıyoruz, yoksullara yardım etmek yerine de 2. evimizi ne zaman alabiliriz diye hayaller kuruyoruz. Peki 100 evimiz olsa da ömrümüzün kısıtlı olduğunu ve sahip olduğumuz en önemli şeyi, zamanı bu evler uğruna harcamanın bize ne kazandıracağını düşündük mü? Bu arada evler inşa ederek bunları halkın yararına sunan insanlardan bahsetmiyorum. Sahip olduklarımız için Allah'a şükredip, gerçekten ihtiyacımız olan şeylerin, iyiliğin adaletin, huzur ve barışın peşinden koşmak zor geliyor. Oturacak bir evi olan kimse daha iyi bir evde oturmak isteyebilir ama 10 tane ev almak ne demektir? Birincisi bu ev fiyatlarının yükselmesine sebep olur, zenginler beşer onar alırken;yoksulların hiçbir zaman bir ev alamayacağı anlamına gelir, çünkü arz sabit de olsa talep hep vardır. İkincisi bu evleri istediğiniz fiyattan kiraya verdiğinizde, yoksullar kirayı ödeyebilmek için belki de bütün kazandıklarını size verir. Ölümle beraber sahip olduklarımızdan ayrılacağımızı unutmazsak, yaşarken ne için çabaladığımıza da dikkat ederiz. Mal ve mülk de Allah yolunda, yoksulu yetimi doyurmak için harcandığında bir anlam ifade eder, öteki türlü bir yüktür insanın omuzlarında.
    Putlarımız sevdiğimiz insanlar da olabilir; akrabalık bağları elbette çok güzeldir hatta Kuran'da övülür, çünkü insanların bir arada olması birbirini sevmesi demek huzur demektir, barış demektir. Ama sevginin ve itaatin de bir sınırı var bunu unutmamalı, Allah'ın yarattığı kullar olarak biz diğer insanlarla ancak eşit olabiliriz, bazı özelliklerimizle onlara üstün gelmemiz insan olduğumuz gerçeğini değiştirmez. Aile sevgimiz, bizleri onların gittiği yanlış yolların doğru olduğuna inandırmamalı. Çünkü biz hür bir akıl ve vicdanla geldik dünyaya, düşünmek ve doğruyu bulmak için varız. Doğrular da aslında çok uzakta değil fakat yalanlarla kuşatılan bir insan için onu bulmak zor olabilir. İnsanın en sevdikleriyle yollarının ayrılması kolay değildir elbet, ama doğru yolda yürüdüğünü bilen insan için zorluklar da geçicidir. İnsan düşmanları tarafından felakete sürüklenmez genellikle, çünkü düşmandan ne geleceğini bilir ve sakınır fakat yakınları dostları tarafından öyle bir noktaya getirilir ki geri dönüşü çok zor. Lütfen gözlerimizi açalım, kimseyi memnun etmek için kendi ailemiz dahi olsa, bu hayatı heba edemeyiz, iyi ve güzel işler yapmak için geldik. Küfre, haramlara dalmış insan en yakınımız da olsa uyarmak ve yalnız da kalsak Allah'a sığınmak durumundayız. Aklını ve vicdanını kaybetmiş insanlar olmaktansa, aklını ve vicdanını terkeden insanlardan uzak yaşamayı tercih etmeli insan. Yoksa hesap günü bizi yanlış yollara sürükleyenler, bizim günahlarımızı üstlenemezler.
     Belki de hiç farkına varmadığımız ama en tehlikeli putlardan biri de kendi arzu ve isteklerimiz, nefsimiz veya egomuz. Biz kendi kendimizi ilah edindiğimizi fark etmeyebiliriz, ama bencil bir hayat yaşıyorsak, kendi çıkarımız uğruna her türlü kötülüğü yapmak bize kolay geliyorsa burada biraz durun. Egomuz bedenimize zor gelen fakat ruhumuzu kişiliğimizi besleyen herşeyden uzak durmak isteyecektir. Yemek yemek, cinsel hazlar, başkalarını küçümsemek ve kendini önemli hissedip kibirlenmek, onu besleyecektir, bu dünyaya kendini mutlu etmek için geldiğini sanan birçok insanın durumu böyledir. Mutlu olmak insanın egosunu tatmin etmesi değildir, belki de bunu geç olmadan anlasak iyi olur. Başkalarını kırıp dökerek ben ben diye kendimizden geçtiğimiz her dakika aslında kendi benliğimizi paramparça ediyoruz, hep sağlıklı ve güçlü olacağımızın garantisi yok, düştüğümüz de kimden yardım isteyeceğiz? Allah'ın emir ve yasaklarına uymamanın cezasını belki bu dünyada da çekeceğiz ve kime sığınacağız bilerek inkar ettiklerimizden.
     Hepimizin hayatında ikilem de kaldığı noktalardır belki de bunlar, çünkü biz dünya hayatını zorlaştırmak istemeyiz, daha çok şeye sahip olmak varken başkalarını düşünmek; sevdiklerimizle uyum içinde yaşamaktansa doğruyu söyleyip 9 köyden kovulmak veya kendi isteklerimizi susturmaya çalışmak zordur. Ama unutmayalım, ''Elbette her zorlukla beraber bir kolaylık vardır.'' (İnşirah suresi 5. ayet)

9 Mayıs 2016 Pazartesi

Harekete geç!

    Bugün pazartesi, birçok insan için yeni bir iş, yeni umutlar, yeni bir hafta demek. Bazı insanlar içinse zorunluluklar, hep aynı işler, angaryalar ve pazartesi sendromu demek. Neden böyle oluyor? Bazı insanlar çalıştığı işte, evliliğinde ufak tefek problemler olsa da hayata pozitif bir bakış açısıyla üreterek ve çalışmaktan yorulmayarak nasıl devam ediyor? Üstelik bu insanlar heryere yetişebiliyor yani sosyal medyada, işte, evde kaliteli vakit geçirebiliyor. Kimimizse bize verilen tek bir görevi bile yaparken yorgunluktan ölüyoruz, hiçbirşey istediğimiz gibi olmuyor, herşey üzerimize geliyor. Belki de oyunu kurallarına göre oynayamıyoruz bunu bir gözden geçirelim :)
    Hepimiz bu dünyaya bir amaç için geldik öncelikle bunu hatırlayalım, bu amaç ev, araba satın almak ve nefret ettiğimiz bir işe sahip olup para kazanmak, sonra da bu parayla hiç de ihtiyacımız olmayan marka kıyafetler almak değil. Popüler kültürün bu tuzağından kurtulmak zorundayız bize çok zor gelse, toplumdan içinde bulunduğumuz aileden, arkadaş gruplardan uzağa düşsek de. Yaşamın kalitesi ona yüklediğimiz anlamlarla bağlantılıdır. Amacı olmayan insan sadece sürüklenir, bir hedefe yürümediği müddetçe mutsuzdur. Bu hedefin çok büyük bir hedef olması gerekmez çok planlı olması gerekmez. Sizi ve çevrenizi pozitif olarak etkileyecek her iş, her çaba hatta her niyet size döner, yaşamınızı güzel ve anlamlı kılar, ama aynı zamanda zorluklar ve mücadeleler de getirir ki zaten gerçekten başarılı olmak demek engelleri aşacak kuvveti kendi içinde arayıp hedefine ulaşmak demektir. Bebeklere bakın kaç kez düşüp kalkıyorlar ama hedefleri belli: Yürümek! Bunu başarana dek siz de çok acı çektiniz ama başardınız. İnsan büyüdükçe önüne yeni hedefler koymalı ki sürekli büyüsün, yeni şeyler öğrensin ve daha güçlü mutlu bir birey olsun.
    Yaşamınıza bir hedef koyarken lütfen kendinize karşı adil olun, yapmak istediğiniz şeyleri düşünün, hangi işi daha iyi yaptığınızı düşünün. Başkalarının hedeflerini kopyalamayın, siz başkası değilsiniz, onlarda olmayan birşey sizde var ve bunu bulmak zorundasınız. Bu belki bir ömür sürecek ama uğraştığınıza değecek, gerçek sizi bulduğunuzda, dünyaya imzanızı attığınız işler bıraktığınızda belki ölüm bile o kadar korkutucu gelmeyecek, üstünüze düşen görevi bu dünyaya geliş amacınızı tamamlamış biri olarak. Bir bahçede hatta bir saksıda çiçek yetiştirmek bir hedeftir, tohumları bahar aylarında eker hergün sular filizlenmesini beklersiniz, sonra filizlenince heyecanla büyüyüp çiçek açmasını beklersiniz. Emekleriniz rengarenk çiçek açtığında, sizden mutlu kim olabilir bu dünyada? Anlatmak istediğim tam da bu, bir çiçek yetiştirmekle başlar herşey, bir bakarsınız bütün doğayı insanları sevmeye başlar, mutlu bir insan olursunuz.
    Tasavvufi boyutta, insanoğlu Allah'ı tanımak ve bulmak için önce evrene bakmalı, kendine bakmalı; evreni ve kendini tanımalı ki ilahi gücü tasavvur edebilsin, kaderinin kendi çabasına bağlı kılındığını, Allah'ın kimseye taşıyabileceğinden fazla yük yüklemeyeceğini Kuran ayetleriyle öğrensin ki umutsuzluğa kapılmasın, hayatı değişsin. Hayatına hedefler koyarken Hak yolunda mücadele etmek için gönderildiğini unutmasın, unutmasın ki bu dünyanın zevkleri ve dertleri arasında bir yerde sıkışıp kalmasın, önünü görebilsin. Daha iyi, daha temiz, daha güzel bir dünya için elinden geldiğince gayret etsin çalışsın, doğru yoldan sapmış insanların ne dediğine, onların dünyevi arzu ve isteklerine kulaklarını, gözlerini kapatabilsin. Çünkü insanın içindeki azmi, yaşama sevinci, umudu diğer insanlar tarafından tehdit altındadır sürekli; bir bakış, bir söz insanın enerjisini düşürür, belki hayata küstürür. Bunlara rağmen insan, niyetinde ısrarcı olsun ki Allah ona yardım etsin.
    Herkes kendi penceresinden bakar, kimi en güzel şeylerde bir kusur kimi en zor durumlarda bir umut görür. Mutlu ve başarılı insan ikincisidir, çünkü o da hepimiz gibi zor zamanlardan geçmiş, sevdikleri tarafından yüz üstü bırakılmış, yalnız kalmış, küçümsenmiş, önemsenmemiş, ama doğru bildiğinden vazgeçmemiştir. Arkasında bıraktığı 9 köyde, onu anlamayan insanlara küsmemiş, hatta mektuplar yazmıştır; 10. köyden sevgilerle :) Çünkü o bu dünyaya başkasını eleştirmek, başkasının gittiği yoldan gitmek için gelmemiştir. Bunun bilincine biz de varmalıyız ki başka yollarda başka fikirlerde kaybolmadan yürüyebilelim.
    İnsan kendi fikrini, kendi zikrini bulmalı, özünü oluşturan iyiliği sevgiyi unutmamalı. Topraktan ve sudan yaratıldığını unutmayıp doğadan kopmamalı, nasıl ki bütün kış yeşermeyi bekler tohumlar toprak altında, bulutlardan inen rahmetle can bulup doğayı süsler, insanoğlu da sabrı bilmeli yeşereceği günler için kendi içine dönmeli, kendini tanımalı, yolunu bulmalıdır.
     Bir çocuğu gülümsetmek olsun niyetiniz, bir kitap okumak olsun, evladınızı iyi yetiştirmek veya yaşlı annenize bakmak, insan iyiliği yaşamının her alanında görev olarak üstlendiğinde zaten toprağına tohumlar eker, bir gün bir bakar her yer çiçek. Ama o çiçekleri göz yaşıyla suladığını bilmezler de her şey önüne tepsiyle serildi zannederler. İyiliğe niyet etmemek nasıl olsa yeşermez diyerek tohumlarınızı ekmemektir, başkasının bahçesini rengarenk görüp de imrenirsiniz sonra. Niyet edip ektiğiniz tohumları gayretle sulamak ve sabırla beklemek, o niyete ulaşmak için harcadığınız çabadır, ama bazen elimizden bir şey gelmez ümit etmekten başka, o anda Allah'ın rahmeti göklerden süzülüp iner o çiçeği topraktan çıkarır, şükretme zamanıdır artık :) Öyle kişiler vardır ki hem çaba göstermeyip hem de Allah'ın rahmetinden ümit keserler, kendi elleriyle tohumlar ektiği toprağa beton dökmek gibidir bu, işte oraya artık yağmurlar ulaşamaz, tohumlar çiçeklenemeden toprak altında heba olup gider, tıpkı insanın ömrünü boşa geçirip heba etmesi gibi. En güzel niyetlerle hayata sarıldığınız ve harekete geçtiğiniz bir hafta olsun, mutlu haftalar :)
 

5 Mayıs 2016 Perşembe

Nereye gidiyoruz, istikamet neresi?

    Bugün artık herkesin herşeyi bildiği noktadayız, tabiki gerçek anlamda bilgiye sahip olan az insan var ama yüzeysel ve bildiğini zanneden insan sayısı zirvelerde. Bu sebeple çok bilen insan, neden ötekinin bildiklerini ve yaptıklarını kendi mantığında yargılamasın ki? Bu noktaya gelmemize katkıda bulunan, yüzeysel habercilik anlayışıyla çığır açan yazılı görsel ve sosyal medya kahramanları. Haberciliği namusu ve alnının teriyle yapan insanları tenzih ederim. Fakat bir konu hakkında bilgi sahibi olmayan insanlar çıkıp, çarpık şeyler söylediğinde bunun halka yansıması ne yazık ki felaket oluyor. Medya da kim terörist, kim iş adamı, kim dost kim düşman, kim kurt kim kuzu, oyunu oynuyorlar sanki. Sosyal medyayı daha yakından takip edebiliyorum, orada fikir beyan edenlerin sayısı daha fazla olduğu için işler daha karışık, kimi doğru bildiğinden emin kendince çıkarımlar yapıyor, kimi onun bunun gazına gelip herkese sövüyor, kimi gerçekle alakası bile olmayan hayali şeyler yazıp çiziyor. Sonuç hepsinin az veya çok taraftarları var, kimse gerçeği bilmediği halde herkes gerçeği bildiğinden çok emin. Böyle bir ülkede yaşamıyoruz sadece, böyle bir dünyada yaşıyoruz aslında, gerçeklik algısını kaybetmek üzere olan milyonlarca insan var. Neyin doğru neyin yanlış olduğu hergün saçma sapan bilgi kirliliğiyle birbirine karışmakta.
     Peki böyle bir ruh hali içinde nasıl devam ediyor hayat? Şöyle, herkes birbirinden şüpheli, kimse kimsenin ne düşündüğünü bilemiyor, aslında çok da önemsemiyor nasılsa yanlış düşünüyordur. İnsanlar da eleştirilmemek adına düşüncelerini saklıyor veya korkarak düşüncelerini ifade etmeye çalışıyor ve hedef oluyor. Bütün bunlar arasında hiçbirşey düşünmeyip yalnızca kendi çıkarına odaklanmış insanlar yok mu? Tabiki de var, biz neden böyle olamıyoruz? Çünkü olmamalıyız, iyi bir insan veya akıllı bir insan şuanda nasıl bir uçurumda olduğunu görür zaten dünyamızın. Bu kadar ayrıştırılma, ahlaktan sevgiden yoksun bireyler oluşturma çabası içinde sistemler; herşeyi tehdit olarak algılayan, dostluk, arkadaşlık, iyi niyet kavramlarının boş şeyler olduğuna inanan topluluklar. Bunlar arasında makam veya mevki sahibi olanların durumu parlak mı sanıyorsunuz. En güçlü de olsan, hakaret, eleştiriler, memnuniyetsizlik diz boyu, uzlaşmak kelimesi tedavülden kalktı zaten. Herkes haklı herkes biliyor, herkes benim yolum doğru diyor? Eee o zaman nereye gideceğiz? Bir son vermek istiyorsak bu gidişe şöyle yapacağız, herkes kendi bildiklerini veya duyduklarını daha iyi değerlendirecek, gerçekten bilgi sahibi olmadığı kulaktan dolma şeylerle karşısındakini, yani farklı görüşleri yargılamayacak. Eleştiri yapılabilir ama ağzından çıkanı kulağı duyacak herkesin, duymak istemediği şeyleri hakaret, aşağılanma, alay sözcüklerini kullanmayacak.
     İnsanlarla veya bir fikirle uzlaşamayacağınızı düşünebilirsiniz, ben bir Müslüman olarak bir ateistle din konusunda konuşmaktan kaçınırım çünkü o beni dönüştürmeye ben de onu dönüştürmeye çalışacağız, halbuki zaman onun hayatında ve benim hayatımda neler olup bittiğini objektif biçimde gösterecektir, uzlaşmasak da birbirimize zorla birşeyler dayatmak zorunda değiliz bunu anlayalım artık. Her insan kendi yolunu çizmekte özgürdür başkalarının haklarına saygılı olduğu müddetçe, size bir zararı olmayan görüşe ve insanlara saygı duyun. Fitne ve bozgunculuğun dinimizde yasak olduğunu unutmayalım. Bugün Müslümanlık iddiasından olsun olmasın insan olmak, ahlaklı olmak da bunu gerektirir. İnsanlar arasında barış huzur temin etmek varken, ne kişisel yaşantımızda ne de siyasette sürekli fitneci poziyonunda bulunmayalım, eğriyi doğruyu tartmadan konuşmayalım. En çok ben bilirim, ben haklıyım iddiaları kimseyi biryere taşımaz, taşısa da çok geçmeden sonunun hiç de hoş olmayacağını görürüz. Kibir, insanları, onların görüşlerini hafife almak, alay etmek ne ahlaklı bir insana ne de bir Müslüman'a yakışmaz. Bize verilenlerle, sahip olduklarımızı düşündüklerimizle gururlanmak kimseyi bir yere götürmez, bu yol ancak hüsrana uğrayanların başı önde geri döndüğü bir çıkmaz sokaktır.
     Birşey bilmekten çok uzaklarda olan insanoğlu, kendini evreni ve birçok doğa olayını henüz çözememişken, karşısındaki insanı çözmeyi onu alaşağı etmeyi, ezmeyi ve ona üstünlük sağlamayı planlıyor. Koskoca evrende küçücük bir varlık olan insan, Allah'ın ona verdiği akılla övünüyor, insanları birbirine düşürüyor, savaşlardan gelecek ganimetleri hesaplıyor. Bu küçük hesapları yapanlar çok zekiler belkide ama bunları kendilerini insanlıklarını kaybetme pahasına yaptıklarını unutmuşlar. Evet belki bu yazı sizi mücadelenizden vazgeçirmeyecek, ama gereksiz tartışmalar, küfürlerle hangi amaca ne sebeple hizmet ettiğinizi biraz düşünmeniz gerekli. Her insan kendinin kurtarıcısıdır çünkü, kimse kimsenin elinden tutup onu doğru yola zorla iletemez. Allah'ın hidayet verdiği kulları müstesna.

Yaşam ve Ölüm

Doğumu mucizevi bir olay kabul ediyoruz fakat ölüm neden hep kötü şeyler hatırlatır bizlere? Başka bir boyuta geçeceğimize inanan herkes iç...