29 Haziran 2016 Çarşamba

Ölen insanlar mı insanlık mı?

    Ramazan Bayramı geliyor, babamı aradım, eşimle gelirsem beni kabul etmeyeceğini söyledi, arkasından dinime küfredince görüşürüz deyip kapattım, halbuki ısrar edecektim, baba bayramda küslük olmaz diyecektim diyemedim kapattım. Sonra uzun süre ağladım, yapılan onca haksızlığa susmak kolay olmuyor. Olsun, barışa ve hayra yönelik işler yapmakla mükellefiz bizler. Bozgunculuk, arayı bozmak, küfür Müslüman'a yakışmaz. Tam da akşam bu kadar canım sıkılmış bunalmışken, Atatürk havalimanı'ndaki terör saldırısını okudum sosyal medyada, inşallah birşey olmamıştır derken bayramda bir daha evine dönemeyecek dönse de belki eski sağlığına uzun süre kavuşamayacak insanlar vardı, ülkece bu terör ne zaman bitecek düşüncesi, durumun acı tablosu içimize oturdu. Ölenlere rahmet, yaralılara şifa dilemekten başka da elimizden birşey gelmedi. Beni ilk soran ramazanda erzak yardımı yaptığım bir anneydi, çok duygulandım, kardeşlerim babam aramadılar mesaj dahi atmadılar, ben o sırada havaalanında değildim olabilirdim de, kimsenin garantisi yok ki bu dünyada. 3 günlük dünyada bu bayramı göremeyecek anne babalar, evlatlar var, herşey bu kadar yalanken nefretimiz neden bu kadar gerçek?
     İnsanların ölmesinden daha vahimi yaşarken ölmeleri galiba, ailemde, çevremde insanların haksızlıkları, hakaretleri, nankörlükleri, kıskançlıkları, miras kavgaları o kadar doğal bir hal almış ki herkes çok memnun kendisinden ve de çok emin. Gerçekten hesabını veremeyecekleri işler yapmaktan biran bile çekinmiyorlar, oysa bize kısıtlı bir süre tanındı ve bu süre kendimizi düzeltmemiz, Allah'ın nimetlerine şükretmemiz hayra ve barışa koşmamız içindi. Ailemize dahi sahip çıkamazken, minicik bebekler çöpe atılırken, yetim ve öksüzler itilip kakılırken, akrabalar miras için birbirini öldürmeyi göze almışken ülkemize nasıl sahip çıkacağız biz? Allah'ın dininden uzak kaldık biz, Allah'ın yarattıklarına eziyet ettikçe, herkesten üstün görüp kendimizi, kibrimizde boğuldukça. 5 dakika sonrasını bilmeden 50 yıl sonrası için yatırım yaptık ama 5 metre mesafedeki yoksula sadakayı çok gördük. 
     Bugün derdimiz üzüntümüz terörden ölen insanlar, fakat aynı zamanda ölen insanlığı da hatırlatalım kendimize. Bu dünyada doğru, haklı, adaletli olabilmek için Kuran'a sarılalım, Allah'ın ipine sarılalım, en sağlam yol budur. İslami terör, cihat bunları öne sürüp dinimize küfretmeyelim, küfrettirmeyelim. Allah peygamberlere insanları zorla iman ettirin dememiştir, onların görevi öğüt vermek uyarmak ve inananları müjdelemektir, zorbalık yapmak değil, paylaştığım ayet de bunun delilidir. İslam savaşmayı emreder evet, cehaletle, kibirle savaşır, zulmedenle savaşır. İnananlar eğer savaşacaksanız bunlarla savaşın. Allah'a ve dinine iftira atanlardan olmayın. Terörü, kötülükleri bitirmenin başka bir yolunu göremiyorum, bütün çocuklar huzurla, barışla, kardeşlikle büyüsün inşallah... 
Allah'ın selamı üzerinize olsun.

26 Haziran 2016 Pazar

Kime neyi ispatlıyoruz?

     Yaz geldi, bir yandan da ramazan ve sosyal medya paylaşımlarına bir bakayım dedim, insanın sinirlerini bozuyor gerçekten kapatsam mı hesabımı diye düşündüm, takip ettiğim güzel bilgiler, kitap alıntıları paylaşan sayfalar olmasa gerçekten durulacak yer değil. Birçok hesabı takipten çıktım.
     Bir insanın anne olmasından daha doğal birşey yok ve evladının her anını fotoğraflayabilir ama bunu sosyal medyada dakikada bir paylaşım hızıyla yüklemene ne gerek var? Çocuğunu tatile götüremeyen bir anne baba senin çocuğunun havuz deniz keyfini görmek zorunda değil! Ayrıca ramazan olmasına rağmen kahvaltı keyfi, kahve keyfi diye paylaşım yapanların rahatlığına da bir anlam veremiyorum, hiç mi eşin dostun yok oruç tutan? Kimse sana yeme içme diyemez ama sosyal platformda yiyecek resmi paylaşmak için uygun bir zaman değil, saygıyı hakediyor ibadet halinde olan insanlar. Bilmeden veya unutarak paylaşanlar için değil tabiki sözüm. Onun dışında iftar sofrasında paylaşım yapanlara da sıcak bakamıyorum, yardım kuruluşunda iftar yemeğimi verdin, fakir fukara davetli miydi? Ancak bunu özendirmek amacıyla bir paylaşım yapabilirsin, senin ailece ne yediğinden banane yani?
     Eş dost aman hatır gönül diye diye bunları çekmeye gerek görmüyorum, insanların bu kadar düşüncesiz bu kadar ben merkezci olması herkesi kendi kabuğuna çekti evet ama sosyal medyada tüm bencilliği ve şımarıklığıyla insanoğlunu görüyoruz. Biraz oturup düşünseniz zaten yaptığınızın pek de faydalı birşey olmadığını anlayacaksınız. Ne yazık ki gazetelerdeki çıplak kadın fotoğrafları neyse, sosyal medyada insanların özel hayatını paylaşması da bana aynı derecede korkunç geliyor. Bırak eşinle ettiğin kahvaltı, çocuğunun havuz keyfi, aldığın yeni elbise sana kalsın; eşini çocuğunu şehit verenleri, çocuğuna ekmek alamayanları, bayramda giymek için başkasından ikinci el kıyafet arayanları araştır bul. Dünya senin ve ailenin etrafında dönmüyor bunu bir idrak et kardeşim. Sen mutluluğunu yaşa, birçok insan gibi evinde yaşa, arkadaşlarınla yaşa ama bunu birilerine ispat etmeye çalışma. Herkes yapıyor ben de yapayım nolacak deme, iyi işler yapanları örnek al, onların peşinden git. Hiçkimseye sana da bir faydası dokunmayacak işlerle uğraşma, zamanını ömrünü boş işler peşinde koşarak geçirme.
     Ben bu dünyaya sosyal medyada insanlara hava atmak için mi gönderildim, bunu uzun uzun düşün. İkna olduysan devam et kardeşim, bu amaçla geldiğine inanıyorsan devam et. Yardım kampanyalarının, ihtiyaç sahiplerinin ne yazık ki medyada bile yeterince yer almadığını düşünürdüm, sosyal medyada da durum farklı değil. Kendi bencilliğimizde boğulup ölmeden biraz etrafımıza bakalım. Kim ne der diye değil, vicdanım ne diyor diye! Hayırlı günler dilerim.
   

25 Haziran 2016 Cumartesi

Özel olmayan birgün: Nevresim gününüz kutlu olsun!

     Başlığa hiç şaşırmayan sevgili okurlarım günaydın :) O kadar haklısınız ki, değerlerin içinin boşaltıldığı bir düzende her birey, her meslek ve her nesne için birgün bulunuyor. Nevresim günü de olsun yani bence sonuçta lazım sonuçta onun başı kel mi? Belki esas konuya girmekte gecikmiş olabilirim, özel olmayan birgünde bu özel günler çılgınlığını konuşmak istedim. Çok sinirlendiğim bir konu gelmiş aklıma tutmayın küçük enişteyi :)
     Bu sene bugüne ulaşana dek; yılbaşı, sevgililer günü, anneler günü, babalar günü, bilumum doğum günü atlattım çok şükür, ayrıca komşumuz dünya su günümüzü kutladı oğlunun ödevi sebebiyle; ''Aaaa öylemiymiş'' diye çok sevinerek karşıladım sanki dünyada herkes o günden itibaren suyu israf etmeyi bırakmış, temiz suyu olmayan ülkelere kuyular, çeşmeler yaptırmaya koşmuştu, öyle bir sevinç öyle bir neşe. Gününü de unuttum o kadar mutluyum ki hiç tarihe bakmak istemedim, o gün hiç bitmesin istedim. Neyse konumuzdan uzaklaşmayalım, tıp bayramında doktorunuza hediye aldınız mı siz? Ben de almadım eve doktor gelseydi kolonya şeker ikram ederdim ama gelmediler, biz mi ayağına gidicez yani!
     Allah'ın her günü değerlidir ve yarattığı herşey değerlidir zaten, gün belirleyince daha değerli daha güzel olmuyor, hatta toplumsal değerlere insan ilişkilerine bir de darbe vuruyor bugünler. İnsanları uzaklaştırıyor. Hatırlanmayınca insanların arasına küslük bile giriyor, böyle özel güne başlarım yani diyesim geliyor. İllaki gün belirleyecekseniz, yetimleri doyurma, yoksulları giydirme günü yapın. Müslümanlar bunu hep yapmalı ama dünyanın her yerine bunu duyurmaktan daha güzel birşey olabilir mi? Dünya'daki saçma sapan trendleri burdaki insanların içselleştirmesi, toplumun yozlaşması için verdiğiniz emekler göz yaşartıcı gerçekten. Kadın cinayetlerinin hızla çoğaldığı ülkede sevgililer günü kutlasan ne yani? Yetimlerin öksüzlerin olduğu yerde anneler babalar günü niye şenliklerle kutlanır? Tv'lerde reklamlarda, billboardlarda milletin gözüne sokup, iki ürün satarım mantığıyla toplumda her insanın eksik kalmış bir yerine dokunuyorsunuz. Benim annem yok, anneler gününde mezarlığa gidelim demişti bir akrabamız, neden yani neden? Ben annemin arkasından dua etmeyi, hayırlı işler yapıp ona yakışan bir evlat olmayı dilerim, mezarına da giderim ama niye o gün gideyim ki? Annemin öldüğünü bilenler bir yardımım da, güzel bir işimde hep annenin mekanı cennet olsun derler. Bu lafı duyunca sevinçten ağlayasım gelir bir insanın bundan daha güzel bir hediye alabileceğine de inanmıyorum.
     İnsanları beklenti içine sokmaktan ve bu beklentiler karşılanmayınca onları mutsuz etmekten başka ne işe yarıyor bu çok özel günleriniz? Aramadı, hediye almadı vs. Heryerde bangır bangır bunu yaymaya çalışanları açıkça kınıyorum. Annemi, babamı, eşimi bir şey için tebrik edeceksem bu iyi birşey yaptığı için olmalı. Bir eşim olduğunu 14 şubatta idrak etmiyorum ben zor zamanımda yanımda durduğu zaman ediyorum. Bir babam olduğunuda Haziran'ın bilmem kaçıncı pazar günü hatırlamak zorunda değilim. Rahat bırakın insanları gerçekten, kalıplara sokmayın, günlere tarihlere sığdırmayın. Ne sevgi bir günlüktür insanın hayatında; ne de diğer duygular bu kadar basite indirgenemez, ve bir hediyeyle anlatılacak şeyler değildir.
     Sınırlı bir ömrümüz var, yani bu günleri zoraki hatırlamak ve insanlara belki de hiç kullanmayacağı hediyeler almaktansa, ailemizin, dostlarımızın, yani insanın değerini bilelim, doğaya farkındalıkla bakalım, evlatlarımızı farkındalıkla yetiştirelim, kitap okuyalım. Çevremizdekilere de bugünlerin ticareti canlandırmak dışında bir önemi olmadığını hatırlatın lütfen. Hepinize hayırlı günler dilerim.
   

19 Haziran 2016 Pazar

İçki ve eşcinsellik

    Ramazan ayında İslam'ın güzelliklerini konuştuğumuz gibi yasakladıklarını da konuşabiliriz. Fakat insanoğlu Allah'ın koyduğu kurallara kendisi uymak ve çevresindekileri de uyarmakla yükümlü olduğunu unutuyor, bambaşka görevler yüklüyor kendine. Allah'ın bize emrettiği yoldan gidelim bu yolu öğütleyelim ama gitmeyenler için birer bekçi değiliz biz bunu hatırlayalım, peygamberlerimize bile böyle bir görev verilmedi, insanları Allah'ın yoluna davet etmek, inanıp iyi işler yapanları müjdelemek ve inanmayarak kötü işlerde ısrar edenleri uyarmaktı onların görevi ve insanları en doğru en güzel yola çağırmaktı. Peygamberler, Allah'ın seçtiği kullar dahi Kuran'a uymayanları uyarmakla kalıyor ve zulmetmeyenler haricindekilerle savaşmıyorsa bizler için de büyük bir ders yok mudur burada?
     Kuran içkinin, kumarın, putların, falın şeytan işi pislik olduğunu ve bunlardan vazgeçmemiz gerektiğini söyler. Bu öğüdü bize veren bizim yaradılışımızı bizden iyi bilen Allah'tır. Ki bu sayılanların insanlara ne büyük zararlar verdiğine çevremizde çokça şahit oluyoruz. İçki kumar bağımlılığı yüzünden çocuklarına ekmek götürmeyen babalar, aile içi şiddet ve daha pek çok felaketler yaşanmakta. Allah'ın sözleri hafife alabileceğimiz sözler olmadığı gibi, onlara uymadığımızda başımıza gelecek felaketleri de göze almak zorundayız.
    Eşcinsellikten, bu sebeple helak olan Lut kavmi'ni anlatan ayetlerde bahsedilir. Hayasızlık, çirkinlik ve sınırı aşmak olarak bahsedilir Lut kavminin yaptıklarından. Ankebut suresi 28-29. ayetleri okuyabilirsiniz. Fakat peygamber onları öldürmek veya onları cezalandırmakla yükümlü değildi, o Allah'tan kurtuluşu dilemiş ve Allah onu o bölgeden uzaklaştırması için meleklerini göndermişti, ki daha sonra büyük bir felaketle şehrin yokolduğunu hem kutsal kitaplardan okuyoruz, hem de daha sonra bölgede yapılan araştırmalarla görebiliyoruz. Kısaca bizler çevremizde gördüğümüz çirkinlikleri, Kuran'a Allah'ın öğütlediğine uymayan insanları uyarmakla görevliyiz evet ama bizleri anlamıyor yaptıkları işlerde devam ediyorlarsa, Allah'a sığınıp o insanlardan uzak durmaktan başka çaremiz yok. Kendi nefislerine zulmeden insanlar belki uyarımızı dikkate alıp doğru yolu bulacaklar bu sebeple güzel öğüt vermeyi ihmal etmemek durumundayız. Ama onlara kötü muamele ettiğimizde bu bizim dinimizi sağlamlaştırmaz ve onlara doğruyu göstermek için de iyi bir yöntem değildir.
     İslam'ın hoşgörü dini olması, insanlar üzerinde baskı kurarak değil, insanın akılla doğruyu ve güzeli bulmasına rehber olmasındandır. Bunu bilerek hareket edelim, eşcinselleri öldürerek içki içenleri döverek dinimize hizmet edemeyiz, onlar bize veya mazlumlara zulmediyorsa bu başkadır fakat kendilerine zulmettiklerinden zaten ziyan içinde olanların ihtiyacı olan şey güzel öğüttür. Hoşumuza gitmese de başka yolları seçmiş insanlarla karşılaşacağız, onların doğru yolu bulmasına katkıda bulunmak istersek bizler en doğru yolu ve en güzel sözü seçmek zorundayız. Öteki türlü biz de zalimlerden ve zorbalardan oluruz ki bu İslam'ın övdüğü değil yerdiği bir özelliktir. Allah hepimizi doğru yola iletsin sevgili okurlar. Hayırlı günler dilerim.

Savaşın sınırında

  Ülkede ve hatta dünyamızda kutuplaşma had safhada, eğriyi doğruyu görmeye bulmaya çalışıyoruz,siyasiler arasında sert tartışmalar, toplum içindeki uzlaşmazlıklar, pek çok şiddet, terör olayı üst üste geldikçe, nereye gidiyoruz, bunun sonucu nereye varacak diye düşünüyorum. Şiddetle çözülmeyeceğine inandığım konular olsa da, ne yazık ki sivilleri katletmek üzere programlanmış bir terör örgütüyle barış yapılamayacağını acı bir şekilde gördük, çünkü zalimin amacı uzlaşmak değildir, bozgunculuk yapmaktır, huzursuzluk çıkarmaktır. Kendi güçlerini göstermek ve ispatlamak için başkalarının canını yakmaktan çekinmezler. Zalimle uzlaşmak demek onun zulmüne sessiz kalmak demektir ki bu da haksızlıklar karşısında dimdik durması gereken Müslümanlara yakışmaz. Ya zulmedilen toprakları terkeder, Allah'ın bize daha hayırlı bir yurt vereceğini ümit ederek yola çıkarız ya da o topraklarda zalimin zulmü bitene kadar savaşırız. Asker ve polislerimiz şuanda şehit olma yolunda, zalimle mücadele içinde. Allah hepsinin yar ve yardımcısı olsun. Pek çok şehidimizi toprağa verdik, evlere ateşler düştü, babasız yavrular, evlatlarını kaybeden ana babalar, geride kalan eşler hiçbirinin acısını dindirebilecek bir söz söyleyemeyecek kimse, ama zalime karşı savaşan şehitlerin mekanlarının bizlerden daha iyi olduğuna şüphem yok.
     Çatışmalar devam ederken, bir yandan da insanların değerleri yok edilmeye çalışılıyor, bu değerler yok olduğunda karşılarında savaşacak kimseyi bulamayacaklarını biliyorlar. İslam ahlakının yayıldığı yerde zulmedemeyeceklerini biliyorlar, bu yüzden gördükleri en büyük tehdit bu. İnançlı, Allah'a dayanmış, gücünü Hak'tan alan zalime boyun eğmeyecek nesiller. Bunun yerine içkinin, uyuşturucunun esiri olmuş kendi nefsinin peşinde koşan bir toplum gayet kolay şekilde köleleştirilebilir. Kimin dost kimin düşman olduğunu bile anlayamayacak doğruyu eğriden ayıramayacak nesiller yetişsin ki, bozgunculuk ve fitne tohumlarının verimlerini alsınlar. Bunu engellemek bize düşüyor, askerlerimiz çatışmalarda şehit düşerken, bizlerin görevi ortak değerlerimizi unutmamak, insanları partilere, görüşlere ayırmamak, insan olduğu için bu toprakların hamuruna kattığı iyi şeyleri görerek sevmek. Birbirimizin elinden tutup kaldırmak, doğru yolu beraber bulmaya çalışmak. En yakınımızdakilere, ailemize dahi düşmanlık ederek bu topluma ne kazandırmayı bekliyoruz ki? İnsani değerlerini yitirmiş bir toplum olmayalım, belki yarın o savaşın içine bizler de dahil olacağız. Kurtuluş savaşında neler yaşandığını belki de tam olarak anlayamadık gençliğini yaşamadan toprağa düşen şehitlerimizi unuttuk. Şimdi hatırlama zamanı.
      Şimdi bütün şehitlerin, zalime karşı duranların bu yolda ölenlerin topraklarında yaşamanın hakkını verme zamanı. Haksızlıklarla, mal mülk sevgisiyle, nefretle hiç bir toplum ilerleyemez, bizim için gerekli olan güçlü bir iman ve atalarımızın bizlere bıraktığı topraklara hakkıyla sahip çıkmak, mazlumun inlediği zalimin zulmettiği topraklara dönüştürmemek. Bunun için artık renkli dünyalarımızdan, konforumuzdan, eğlence ve zevklerden uzaklaşıp biraz düşünmemiz gerek. Ülkemizin bir köşesinde canlar verilirken bizim görevimiz burda zevk sefa peşinde koşmak değildir. Ülkede bölücülük yapanlarla kol kola olmak hiç değildir.
     Gezi parkındaki ağaçların kesilmesine fikren karşı bir insan olarak bu olayların nasıl da terör örgütü propagandasına dönüştüğünü izledim. Hala bu olayı konuşuyor olmamız bile yanlış, artık oraya gidenlerin çok az bir kısmının çevreci olduğunu idrak etmek zorundayız. Yanlış insanlarla aynı platformda olmayalım, tek amacı kaos olanların maskelerine aldanmayalım, onlar kendileri yoldan saptıkları gibi başkalarını da saptırmanın peşindeler. Çevreci olmak için sokağımızdaki çöpleri toplamak, balkonumuzda, bahçemizde çiçekler yetiştirmek, çevreci kuruluşlara bağışlar yapmak dururken kimsenin oyununa gelmeyelim. Kimsenin piyonu olmayalım, siyasileri eleştirmekse amacımız da hakarete varmasın dilimiz, bizler ilerde daha iyisini yapabilmek için kendimizi geliştirelim, kendi işimizi düzgün yapmaya gayret edelim. Kaosu kendi ellerimizle getirmeyelim, Ramazan ayında en çok ihtiyacımız olan şeyi birliği beraberliği yardımlaşmayı unutmayalım. Hayırlı günler sevgili okurlar.
   

18 Haziran 2016 Cumartesi

Hoşgörünün sınırları

    Etrafımızdakileri değiştirmeye çalışmaktan vazgeçip kabullenmeye başladığımızda hoşgörüye merhaba deriz, bazı şeyler eskisi kadar gözümüze batmadığında da hoşgörü oradan bize bakıp el sallıyordur. Bunu öğrenmemiz bazen zaman alabilir, çünkü bazılarımız için çocukluk ve gençlik dönemleri çok da hoşgörülü zamanlara denk gelmemiş olabilir. Yeni nesilden en büyük farkımız bu galiba. Çocukluğum 90'lara tekabül ediyor, pek hoşgörülü bir ortamda yetişmedim, evde sürekli ya misafir gelirse telaşı, dışarda da, bizi rezil etmeyin telkinleriyle büyüdüm. Dolayısıyla nasıl davranmam, nasıl davranmamam gerektiğini ve asla itiraz hakkım olmadığını öğrendiğim bir çocukluk yaşadım, herkesin işi başından aşkındı, kimsenin benim saçma fikirlerime ihtiyacı yoktu, susup dinlemem gerekirdi büyükleri ve hepsine saygı duymalıydım. Fakat sonrasında herşeye isyan ettiğim bir gençlik dönemi geçirdim, çocukluğumda bastırdığım ne varsa herşey ortaya döküldü saçıldı. İyi kötü bilmem ama o zaman olmasaydı elbette birgün olacaktı, çünkü ben çocuk olarak geldiğim dünyada en zevkli geçecek günlerimi yetişkin taklidi yaparak geçirdim. Bunun intikamı biraz ağır oldu. Yazının başlığında dikkat çekmek istediğim konu tam olarak buydu çocuklarımıza birazcık hoşgörüyü çok görmeyelim. Ama bu hoşgörüyü abartıp başkalarının haklarına saldıran çocuklar yetiştirmeyelim. Bu ayrımı yapmak tabiki anne baba için hiç de kolay değil ama kişinin özgüvenli olması ve sınırlarını bilmesi açısından çok önemli.
      Sürekli kısıtlanan çocuklar, çok fazla özgürlük verilen çocuklar kadar belki onlardan daha çok çevresine zarar verebilirler. Durum şöyle; anne babanın sınırsız özgürlük vermeye çalıştığı çocuk toplumda diğer insanlar tarafından yeri geldiğinde uyarılacak ve elbette yaptığı yanlışlar yüzünden dışlanıp yalnız kalacak ve geç de olsa sınırlarını çizecektir. Fakat kendisi olmasına hiç izin verilmeyen çocuğun maskesinin altından ne çıkacağını bilemeyiz, onaylanmak veya tepki görmemek için kendi düşüncesini kendine saklayan çocuk, davranışlarının sonucunun ne olacağını bilmeden hep engellenmiştir. İnsanlara ve kendine nasıl faydalı olabileceğini veya nasıl zarar vereceğini öğrenemeden bir robot gibi yetiştirilir. Zamanı geldiğinde duygularını ifade edemeyecek, kendini savunamayacak, hatta istediğini söyleyemeyecek derecede kendine olan güvenini kaybetmiş olacaktır. Bu durum çocukta kendisine ailesine ve çevresine öfkeyle bakmasına sebep olur. Uslu çocuk yetiştirmek isterken, psikolojik problemlerle uğraşmak istemiyorsanız, çocuğunuz bırakın çok önemli olmayan kararları kendisi versin, giyeceği kıyafeti, ne zaman ders çalışacağını, parka ne zaman gideceğini mesela. Çocuğunuzu bir kalıba sokup sonra da çevreden alkış toplamanın peşine düşmeyin. Bırakın çocuğunuzu kimse övmesin ama siz çocuğunuzu, o da sizi sevsin. Başkalarına ve kendine zarar vermesi haricinde ciddi anlamda müdahale edilmeyecek durumları onun insiyatifine bırakın. Onun da bir birey olmasına izin verin.
     Çocuk sizin toplumda taşıdığınız maskeye uygun bir maske taşımak zorunda değil, yoruluyorsanız mış gibi davranmaktan, o zaman gerçek olun ve çocuğunuzun  da kendi gerçekliğini yaşamasını seyredin. Anne baba olmak demek o çocuğun hayatında kalıcı izler bırakacaksınız demektir, bırakın çocuk sizi hatırladığında güzel anıları olsun, kısıtlandığı, dayak yediği, onaylanmadığı ve sürekli eleştirildiği için çocukluğundan kaçmasın. Hoşgörülü anne babalar mutlu çocuklar yetiştirerek, huzurlu bir toplumu oluşturabilir. İyi günler sevgili okurlar :)

Mesafeleri aşma zamanı!

     Hepimiz dinimiz, dilimiz, rengimiz veya cinsiyetimizle çok farklı olduğumuzu hissetmek istiyoruz, ve sahip olduklarımızın en iyisi olduğunu duymaktan gurur duyuyoruz. İnsanın kendi bedenini, yaşadığı toplumu, cinsiyetini sevmesi güzeldir fakat bu sevginin bir sınırı olmalı. Bu sınırı geçtiğimizde ve bir olduğumuzu unuttuğumuzda bu özellikler birer farklılıktan çok büyük mesafelere dönüşüyor insanlar ve toplumlar arasında.
     Sizce Allah insanı, verdikleriyle kibirlenip diğerlerini aşağılaması için mi yarattı? Yoksa bu farklılıklar da bizler için bir imtihan mı? Allah herkesi beyaz yaratabilme gücünü sahipken neden renk renk yarattı bizleri? Bizi yaratanın Allah olduğuna iman etmişken neden diğer insanları ve canlıları da Allah'ın yarattığını unutur insan? Neden onları ayrı bir yere kendini de çok yükseklere koyar ve oradan ahkam keser?
     Uzay araştırmaları gün geçtikçe hız kazanıyor, uzak mesafeler yakınlaşıyor ve insanoğlu diğer gezegenlerde, uzayda canlılar olup olmadığını sürekli tartışmakta. Acaba kendi etrafımızdaki canlıları görmezden gelip dünyayı yaşanmaz bir hale getirip sonrada uzayda yaşayabilecek bir yer aramak, oradaki canlıları merak etmek ne kadar doğru? Kendi evindeki problemleri çözmek yerine komşusunun eviniz gözetleyen bir teyze miyiz? Evet uzayı, içindeki diğer canlıları merak edelim ama şuan yaşadığımız dünyada daha kısa mesafeler aşarak ulaşacağımız insanları, yaşayabileceğimiz ve yaşatabileceğimiz mutlulukları unutmayalım.
      Birçok insan kendisini kurtarmak istiyor, maddi sıkıntılardan, ailesinin baskılarından, yalnızlıktan fakat kurtuluş tek başına olmaz ki, nasıl ki zor anlarınızda birinin elinizden tutmasını bekliyorsanız, başka insanlar da ellerinden tutacak birini bekliyor olabilirler, nerede ve kim olduklarını siz yardım etmeye niyet ettiğinizde bulacaksınız eminim. Her insan biraz eksik hisseder, kimi maddi yokluk çeker fakat kalabalık bir ailesi vardır, kimisinin hali vakti yerindedir fakat ailesi yoktur, uzaktadır. Kimisinin hayali çoktur imkan bulamaz, kiminin imkanları vardır yaratıcı fikirleri yoktur. İşte insanoğlu için bu farklılıklar, eksiklikler, fazlalıklar da birer imtihandır. Kendimizde olanla sürekli övünmek, başkalarının eksiklerini kapatacağımız yerde onları küçümsemek, kendi eksiklerimizin farkına varamamak bizi kötü bir sona doğru götürür. Faydalı olmak, iyi insan olmak bu farklılıkları görmek ve aradaki mesafeleri aşmak için eşitlenmek için çabalamaktan geçer. Sizden farklı yaradılmış olanlara, sizinle aynı imkanlara sahip olmayanlara hoşgörüyle bakmaktan geçer. İnsanlar arasındaki mesafeler ancak böyle kapanır, şiddet ve savaşlar ancak böylelikle bizden uzaklaşır.
      İnsanların eksiklerini kendimizdeki fazlalıklarla tamamlamalıyız, eşit ve mutlu bir toplum böyle oluşturulabilir, zenginin fakire el uzattığı, bilenin bilgisiyle övünmek yerine bilgisini bilmeyenle paylaştığı, kalabalıklar içinde olanın yalnız kimsesiz kalmışa masada bir yer açmasıyla mesafeler kapanır, nefret uzaklaşır insan kalbinden. İnsan kendinde olmayanı, eksik parçasını bulduğu için şükreder. Bu bir kısır döngüdür, başkalarının eksiklerini tamamladıkça sizin ruhunuz da tamamlanır. Üşüyen ayaklara bir ayakkabı, çok beğendiğiniz ama alsanız da giymeyeceğiniz, dolapta eskiyecek bir ayakkabıdan hem daha ucuzdur, hem daha büyük bir mutluluk sebebidir. Başkalarının dualarında yaşamak, kendi küçük dünyamızdan sıyrılabilmek, kendi yaralarımız olsa bile başkalarına merhem olabileceğimiz durumların mevcut olduğu bilmek bizi güçlü ve iyi bir insan yapar. 
    Diğer insanlara ulaşmak aslında pek de zor değil internetin yaygınlaşmasıyla beraber, sizlere facebookta bir yardımlaşma hesabına bakmanızı öneriyorum, sayfaya burdan ulaşabilirsiniz. Sosyal medyada doğal olmayan ve herkesin mutlu olduğu fotoğraflardan bunalan ben; sosyal medya nasıl sosyal sorumluluk projesine dönüşür, nasıl bir iş sahibi yapabilir insanı, bunun örneklerini yaşadım. İyi işler yapmak için dere tepe düz gitmek zorunda olmadığımız bir çağdayız. İyilik ve güzellikler için umudumuzu kaybetmeyelim, kötülüğe ve bencilliğe teslim olmayalım sevgili okurlar. Bu arada bu sayfanın da bir facebook hesabı var dilerseniz beğenebilirsiniz, burdan ulaşabilirsiniz. Hayırlı günler dilerim :)

10 Haziran 2016 Cuma

Yalnız değiliz!

     Sizi harekete geçmekten, hayallerinizi gerçekleştirmek için adım atmaktan, doğru bildiğinizi söylemekten vazgeçiren şey nedir? Yalnız kalmak mı? O halde bu yazıda insanların yalnız kalmamak için neler yapabileceğini, yalnız kalsa da kendi tercihlerini yapmaktan korkmayan insanların bizden ne farkı olduğunu hep beraber düşünelim.
     Son zamanlarda sık duyulan bir söz: mahalle baskısı, yani çevremizdeki insanların sizin hayatınız üzerindeki etkisi. Bu neden mahalle etkisi değil de baskısı? Çünkü bizim çevremizden ne kadar etkilendiğimizden çok, çevremizin bizim üzerimizde ne kadar söz sahibi olabileceğini anlatan bir terim. Mahalle baskısının sadece oturduğumuz mahalleye özgü bir şey olmadığını düşünüyorum. Önyargıların olduğu özgür düşünceye izin verilmeyen heryerde (ailede, işte, okulda) bu tip baskılar olacaktır. Hatta ne yazık ki eğitimli insanlar arasında da çokça gözlediğim mahalle baskısı var. Bir üniversitede örneğin Darwin'in evrim teorisi işleniyor, bu derste çıkıp birinin 'Hocam, benim inancıma uymuyor görüşleriniz'' demesi ne kadar hoş karşılanır? Sadece bir teori olmasına rağmen bütün bilim adamlarının bunu içselleştirip kabul etmesi gerekiyor (!) Neden peki? Bilimin araştırarak bilgi elde ettiğini ve dinin dogmatik bilgi olduğunu düşünüyorsanız neden henüz teori aşamasında olan bir çalışmaya yürekten inanıp sorgulamadan kabul etmemizi öneriyorsunuz? Mahalle baskısı tam manasıyla budur, kendi inanç ve değer yargılarını başkalarına da empoze etmeye çalışmak, bunu kabul etmeyenleri de dışlamak ve yalnız bırakmak. Yalnız kalma, dışlanma korkusuyla görüşlerini, inanç ve değer yargılarını açıklamaktan çekinen, dolayısıyla bunları bir tartışma ortamı bulamayıp gerçeğe ulaşmaktan uzak insanlar.
     Akademik dünyada da bu baskının oluştuğuna, özgür düşüncenin kısıtlanmasına şahit oldum. Mahallede eve niye geç geldin diyen komşu baskısına da şahit oldum. Bu durumda ikisinin farklı olmadığına kanaat getirdim; özgür düşünceden korkan, kişinin kendi değer yargılarını seçmesi gerektiğine inanmayan herkes gözümde baskıcıdır. Bu değer yargıları insana anlatılmalı, hatırlatılmalı evet, toplum içindeki kurallara saygı gösterilmeli evet. Ama kişinin kendi yolunu bulmasında bu baskıların ancak engelleyici olduğunu düşünüyorum. Açıkçası mutsuz, etrafına duvarlar örmüş, kimsenin kendini anlamadığını düşünen nesiller oluşturmaktan başka bir işe yaramaz. Peki biz kendi yolumuzu nasıl bulacağız? Aslında yalnız olmadığımızı hatırlayarak başlayalım işe. Biz bu dünyaya başkalarının değer yargılarını yanlış olduğunu düşünsek de onaylamak, onlara uygun yaşamak, haksızlıklara içinde bulunduğumuz topluma göre tepki vermek ya da vermemek için mi geldik acaba? Hayır, biz bu dünyada doğru olanın yanında durmak, haksız ve yanlış olanları düzeltmeye çalışmak için geldik, iyiyi ve güzeli çirkine ve kötüye tercih etmeye geldik.
     Bu yolda bir rehber olarak Kuran'ı anlayarak okumanızı tavsiye ederim. Bizi akıntıya sürükleyen kötülerin çok olması bizleri şaşırtmamalı, yolumuzu görmemize engel olmamalı, yalnız kalma korkusu eğer doğru yolda olduğumuzu biliyorsak Allah korkusundan öteye geçmemeli. Bize olmak zorundasın, yapmak zorundasın dedikleri şeyleri Allah emrediyor mu? Bunu sorgulayarak başlamalı, çünkü siz aslında yalnız değilsiniz ve hesabı O'na vereceksiniz. Aile ve arkadaşlarınız geçici bir süreliğine sizinle yol arkadaşlığı yapacak, yollarınız ayrıldığında yaptıklarınıza pişman olmamak için rehberinizi doğru seçin. Kuran'da saptıranlar ve onlara uyanlar hakkında ayetler gerçekten düşündürücü ve bunların hiçbiri tesadüf değil, bunlar bizim yaşayacaklarımızı ve göreceklerimizi öncesinden takdir eden Allah'ın sözleri. 

     Aile, mahalle, arkadaş kısaca diğer insanlardan gelecek eleştiriler ve dışlanma bazen bizi üzse de, Yaradan'a sığınıp doğru yola ulaşmak için çabalamalıyız, insan için çabaladıklarının karşılığı vardır unutmayalım. Yalnız kalma korkusuyla yanlış yollarda sürüklenenler olmaktansa, doğru bildiğimiz yolda tek yürümeyi göze alalım. Bir zaman sonra Allah'ın bize daha güzel dostlar ve daha iyi bir çevre verebileceğini unutmayalım. Hayırlı cumalar sevgili okurlar...
      

7 Haziran 2016 Salı

Fani olduğumuzu hatırlamalı

    Bu sabah İstanbul'da gene bir terör olayı haberiyle karşılaştık, gazeteden, sosyal medyadan veya televizyondan gördük. Savaşların, terörün, ölümün bizden çok da uzak olmadığını bu olaylarla anlamalıyız. Yanı başımızda Suriye'de korkunç bir savaş yaşanırken, ülkenin doğusundan hergün şehit haberleri gelirken; büyük şehirlerde güvenli olduğunu düşündüğümüz yerlerde hiç de güvende olmadığımızı anlıyoruz. Büyük savaşların ve dramların yaşandığı dünyada hala kısıtlı bir ömrümüz olduğunu idrak edemeyecek miyiz? Ölümü sadece başkalarına yakıştırırken bizden çok uzakta olmadığını göremeyecek miyiz? Bize verilen her günü hayra ve barışa yönelik işler yaparak geçiremiyorsak bu kadar kötü insandan farkımız nedir? Nedir bizi kötülerden ayıran, izleyip tepkisiz kaldığımız sürece?
     Ölenlere rahmet, yaralılara şifa dileyelim, fakat kendimiz için de bir şey dileyelim, huzura barışa katkısı bulunacak hayırlı işler yapmaya niyet edelim. Ömrümüz mal mülk peşinde, dünya zevkleri peşinde koşarak heba olmasın, çünkü ölüm çok ani de gelebilir. Bize verilen ömrü nasıl kullandığımız o kadar önemli ki. Gereksiz ve boş işlerden yüz çevirme zamanı gelmedi mi? Allah'a bizleri daha doğru bir yola iletmesi için yalvarma zamanı gelmedi mi? Bu kadar savaş ve terör haberinin içinde hala sonumuzun ne olacağını düşünmüyoruz. Suriyeli'ler buraya gelmesin diye bağıran insanlar gördüğümde o kadar acıdım ki ülkemizin haline, Allah o mazlumları kendine denk görmeyip böbürlenen insanların evine de ateş düşürmez mi sanıyoruz? Bu nasıl bir insanlıktan çıkış, nasıl bir körlük. Oraya bir bela indiren ve mazlumları senin yurduna sokan Allah seni hep refah içinde mi yaşatacak, böyle bir söz mü aldın? Senin kime ve ne zaman muhtaç olacağını kim bilebilir? Artık Allah'ın ipine sıkıca sarılma vakti, onun yarattıklarını küçük görme, kibirlenme vakti değil.  
     Ölüm herkes için yaşlılıkta ve yavaş yavaş gelmiyor, her anımız kıymetli, her namaz vakti kıymetli, küçücük bir sadaka küçücük bir gülümseme dahi önemli, çünkü son nefes ne zaman bilmiyoruz. Yanımızdakileri ne zaman kaybedeceğimizi bilmiyoruz, helalleşme fırsatımız olmadan gittiklerinde ne yapacağız? Gerçekten çok küçük şeyler için tartışıp kalp kırdığımızın farkında mıyız? Yarın öleceğimizi bilsek de aynı davranışta ısrar eder miydik? Mezara götüremeyeceğimiz eşyalara, kıyafetlere, takılara bu kadar kıymet verir miydik? Bizi ölümden sonra verilecek hesapta güç durumda bırakacak şeylere böyle sarılır mıydık? Kendi evladımız daha çok yesin diye başka çocukların hakkını yer miydik? Mallarımızın ve dostlarımızın fayda vermeyecekleri bir zamanın geleceğini neden unutuyoruz? Nasıl olsa öleceğiz diyerek hiç çalışmamak, üretmemekten bahsetmiyorum. Bu dünya üzerindeki pek çok şeyden faydalanıyoruz, bunu daha ölçülü yapalım diyorum, insanlığımızı kaybetmeyelim diyorum. Takı yüzünden biten evlilikler, miras kavgası yüzünden konuşmayan kardeşler görüyoruz çokça etrafımızda, mala olan sevgimizden vazgeçelim diyorum.
      Bize bu dünyada da öteki dünyada da fayda verecek şey ilimdir, çalışıp üretmektir, yoksulun yetimin karnını doyurmaktır, güzel söz söylemek, barış için mücadele vermektir. Bunu anlayanlar da anlamayanlar da ölecek  fakat; Allah'ın rahmetinden hangi derecede faydalanacaklarını bilemeyiz. Akıbetimizin iyi olması için, bu dünyada da, ahirette de Allah'ın rahmetini ümit edebilmek için Kuran'a uygun davranalım, Kuran'la öğüt verelim çevremize. Olmayacak şeyler için kalp kırmayalım, kimsenin hakkına girmeyelim, haramdan uzak duralım. Hatalarımızla yüzleşelim, tövbe etmek ve kendimizi düzeltmek için çabalayalım, Ramazan ayı bütün bunlar için çok güzel bir ay, yardımlaşma (fitre) ve kişisel arınma için bulunmaz bir nimet. Yardımlaşma demişken sizlere çok güzel bir yardım kampanyasından bahsedeceğim, belki yardım yapmak isteriz ama elimizdeki miktar küçük olunca bir işe yaramayacağını düşünür vazgeçeriz; faturalı veya faturasız telefonunuzla katılarak her ay yalnızca bir tl ile yardım yapmanız mümkün :) Bir tek lira derneği facebook sayfasına buradan ulaşabilirsiniz. Hayırlı günler dilerim.

6 Haziran 2016 Pazartesi

Büyümek mi yaşlanmak mı?

     Bugün güzel bir gün. Ramazan'ın ilk günü, hayırlı Ramazanlar sevgili okurlar; yardımlaşmanın, hoşgörünün, komşuluk ve akrabalık ilişkilerimizin zirvede olduğu bir Ramazan ayı olsun. Bugün aynı zamanda benim doğum günüm bu sebeple yaşlanmak ve büyümek arasındaki farkı idrak edeceğimiz bir yazı yazmak istedim, zamanda yolculuk için kemerleri bağlayalım :)
     Bir anne olarak bebeğimin büyüdüğü anlara tanık olmak, benim için kendi hayatımı izlemek gibi, kendi evladımda bazen benzerlikler bazen farklılıklar görüyor, aslında onu severken kendimi sevecek taraflar buluyorum. Biliyorum ki bir zamanlar masum, tombul yanaklı bir bebektim işte sadece; hepimiz öyleydik, hatırlatmanın zamanı geldi öyle değil mi? Bir adım atabilmek ne kadar değerliydi, bir dişimiz çıktığında herkes heyecanlanmış sevinmişti; görenler başımızı okşamış, yanağımızdan bir makas almıştı. Ama tabi ki en çok annemiz bizimle gülüp bizimle ağlamıştı. Babalarımız da destek olmuşlardı elbette, mesela babam gazımı çıkarırken üstüne kustuğumu anlatır hep, sırf o sebeple bir gömleğini feda etmiş kendisi :) 
     Annemi kaybedeli 12 sene olmuş ama insanlar anılarıyla yaşar, bizleri nasıl fedakarlıklarla büyüttüğünü fakat bizim ona çok da iyi bir evlat olamadığımızı biliyorum. O yüzden oğlum beni dinlemiyor, benimle ilgilenmiyor diye dert yanacak yüzüm de yok. 16 yaşında herşeyi ben bilirim edasında bir ergenken annemi kaybedişimizle ailemizi ayakta tutanın o olduğunu anlamamız geç olmadı. Aslında hayatla ilgili hiçbir şey bilmediğimi de anlamış oldum. Ne bayramlar bayramdı artık, ne pazar banyoları vardı küçüklüğümüzden kalan, ne halimizi hatrımızı içtenlikle soran, hastalandığımızda başımızda bekleyen ne de sevdiğimiz yemekleri özenerek hazırlayan biri. Aile, anne olmadan da ayakta durabilirdi evet durmalıydı da; ama sanki sevgi ve fedakarlıkla örülen bir duvar yıkılmıştı da herkes üşüyordu, herkes soğumuştu, ocaktaki yemek hatta bardaktaki çay da. O gün büyümem gerektiğini düşünüyordum ama nasıl yapacaktım? Annem büyümüş, 3 çocuğunu koruyan kocaman bir duvar olmuştu; evimizi, soğuktan, kardan, kıştan korumuştu ama yorulmuştu da, hayat her zaman kolay değildi, insanlar can yakardı bazen en sevdiklerin en yakın gördüklerin bile; annem bunları kaldıramamıştı bilirim, tek temennim güzel bir yerde olması ve artık hiç üzülmemesi. 
     İnsan nasıl büyür ve nasıl yaşlanır? İnsan okudukça büyür, karşısındakinin yerine kendini koyabildikçe, yaradılanı Yaradan'dan ötürü sevmeyi öğrendikçe büyür. İnsan çevresine dokundukça, doğaya insanlığa faydalı olup hizmet ettikçe büyür, suçu başkasında değil çoğu zaman kendinde ararken büyür, kalıplara sığmadığında, ona sınırlar çizenlere karşı koyduğunda büyür. Büyümek ne zor değil mi? Oysa yaşlanmak kolay, sadece bekleyip hiçbir şey yapmasanız akıntıya karşı kürek çekseniz de zaman size imzasını atar, bunun için çaba sarfetmeyenler hatta tersi istikamette gitmeye çalışanlar da yaşlanmıştır. Bizlere düşen yaşlanmamak için çaba sarfetmek değil, yaşlanırken büyümeyi hedeflemektir. Kendimizi ne kadar geliştirdiğimiz, neler öğrendiğimiz, nasıl davrandığımız, hatalarımızı kabullenip doğru yolu bulmak için çabalamamız; bunlardır bizleri büyüten, zamanın eklediği çizgilerle barışık olmak için böyle bir hayat yaşamak gerekir belki de.      
     Hayata başladığımız noktada kalarak devam etmek oldukça zordur; bunu bilerek değişerek, dönüşerek, hayatın getirdiklerini kabullenip kendimize dersler çıkartarak büyük bir insan oluruz. İçimizdeki çocuğu, neşeyi kaybedelim demiyorum, onlarla ve onlara rağmen dönüşmeliyiz. Her gün bebekler dünyaya gelmekte, onlara öğretecek birşeyler biriktirmeliyiz, onlara bıraktığımız değerlerle daha güzel bir dünya inşa edeceklerine inanmalıyız, yoksa nasıl huzur içinde gidebiliriz bu diyardan?
   

4 Haziran 2016 Cumartesi

Sosyal medyayı kullanma kılavuzu

     Sosyal medya artık birçoğumuzun ayrılmaz bir parçası, çok faydalı işlerde kullanılabilecek bu büyük ağlar, bazen kişiyi negatif yönlere de çekebiliyor. Özellikle sosyal medyada asosyalleşmek mümkün. Hayatın merkezine koyduğumuzda diğer sorumluluklarımızı ihmal etmemiz de olası. Özellikle yakın zamanlarda sosyal medya hesapları açanların, çok büyük, herşeyin mümkün olduğu yeni bir dünyayla karşılaştıkları bir gerçek. Bu ilgi çekici dünyada kaybolmadan ilerlemenin ve gerçekten işe yarar birşey yapmanın mümkün olup olmadığını konuşalım :)

     Öncelikle, sosyal medyayı en çok kirleten arkadaşları deşifre edeceğim, gezdiği yerlerin yediği yemeğin fotoğraflarını durmadan paylaşan, sürekli eğlenmiş, heyecanlı hisseden profillerden uzak duralım. Bu insanlar adeta ''sizinki de hayat mı be kardeşim?'' der gibi ekrandan bize acıyarak bakmaktalar. Böyle profiller, size birşey katmadığı gibi yapamadıklarınız için hüzünlenmeye veya yapmak istediklerinizi birisinin yapmış olduğu gerçeğiyle hayallerinizin çok da ulaşılmaz çok da heyecanlı şeyler olmadığına inanmanıza sebep olur. Ben kendi adıma arkadaşlıktan çıkaramadıklarımı, takipten çıkıyorum, tabi her sosyal medya uygulamasında böyle birşey yok. Ama bazen de her gün kullandığım sosyal medyada bir gün bile halimi hatrımı sormamış insanlarla ilişkim bitecek diye üzülmenin saçmalığı geliyor aklıma, zaten öyle bir ilişki yok sadece takipçi sayısındaki +1 olduğumuzu kabullenmek gerek bazen :) 
      Hayat enerjinizi sömüren diğer profillerden biri de sürekli siyasi yorumlar paylaşan hesaplar, insanın siyasi görüşü olması ve bunu ifade edebilmesi çok güzel. Fakat sürekli diğer görüşleri aşağılayan, kibirle en doğrusunu ben bilirim havasındaki insanlar da yaşam sevincinizi, insanlara ve bir arada yaşamaya olan inancınızı söndürebilir. Görüşünü saygı çerçeveleri dahilinde belirten arkadaşlarımı tebrik ediyorum, ama her gün birilerine sosyal medyadan taş atmakla ne yazık ki elimize birşey geçmez. Bize düşen kendi işimizi düzgün yapmak, toplumun gelişmesine katkıda bulunmak, bulunamıyorsak da bulunan kişileri yapılan iyi işleri desteklemek. Kötülükleri engelleyemiyorsak her gün gözümüzün önüne sokarak depresif bir hayata adım attıran hesaplara da dikkat edelim. Siyaset sosyal medyada yapılabilir ama aydınlatıcı yazılar ve görüşler paylaşılmalıdır, hakaret içeren yazıların toplumdaki kutuplaşmayı artırdığını insanların her gönderinin altında tartıştığını ve bir sonuca varamadıklarını gördükçe yeteeer demek istiyorum. Siyasilerden daha çok siyaset yapan bir toplum olmayalım, kraldan çok kralcı da diyebilirsiniz. 
      Üçüncü olarak tarihine bakmadan paylaş yazısını görünce paylaşan bir kitle var, 1 yıl önce kaybolmuş ve bulunmuş çocuğun resmini paylaşmaya devam edebiliyor insanlar, dikkatle yorumları okuyunca veya kısa bir araştırma yapılınca ortaya çıkıyor ama nedense bu dediklerim insanlara zor geliyor. Biz de tarihi geçmiş olayların ana sayfamıza düşmesiyle her seferinde yeniden yaşıyoruz aynı şeyleri. Aynı şekilde tarihe tam olarak bakmadan 3 aylara girdik, Recep ayına girdik gibi gönderilerde geliyor, bakıyorum hicri takvimden yok öyle birşey zaten gönderi de 5 ay önce yazılmış ama yeni paylaşılmış. Yanlış bilgilerden beynim allak bullak olmadan bu hesapları da takipten çıkıyorum.        

     Geriye ne kaldı ki diyebilirsiniz, ama yanılıyorsunuz, sadece bana faydalı gördüğüm, okuduğumda bana bir hayat görüşü bir felsefe, yeni bir şey öğretecek paylaşımlar çıksın karşıma istiyorum. Yazarları, kitap alıntıları yapan sayfaları, tasavvufla ilgili sayfaları ve yardım sayfalarını takip edebiliyorum ancak. İlgilendiğiniz alanlarla ilgili sayfaları veya hesapları da (yemek, hobiler, sağlık, güzellik) takip edebilirsiniz pek tabiki. Tatilde gidilen yerler, romantik çiftler, yarısı yenmiş yemekler ve siyasi karikatürler ilgimi çekmediği gibi artık midemi bulandırıyor. Sayılı zamanımız ve günlerimiz varsa, kendimizi geliştiremeyecek ve faydalı işler yapmayacaksak sosyal medya da dahil hiçbir mecrada zaman kaybetmenin alemi yok kanımca. 
     Yukarda bahsettiğim paylaşımları yapan arkadaşları da kınamıyorum, onlar da elbet saçma bir iş yaptıklarının farkına varıp bırakacaklar, sadece yeni yeni ısınıyor olmanın heyecanıyla yaptıklarını düşünüyorum. Sosyal medyayı gerçekten sosyal sorumluluklar ve toplumsal aydınlanma için kullanabiliriz, bu konuda umudum var fakat insanların da biraz düşünüp ''ya ben ne yapıyorum?'' demesi gerekiyor. Hayırlı günler, iyi haftasonları dilerim :)

3 Haziran 2016 Cuma

Orucun ruh ve beden sağlığımıza faydaları

     Ramazan yaklaşırken orucun benim hayatıma kattıklarını ve müslümanların hayatında ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu idrak etmeye çalışacağım. Ben çocukken hiç iftar sofrası görmemiş sahura hiç kalkmamış bir çocuktum, arkadaşlarıma özenirdim, iftara çağıran okul arkadaşlarım olurdu, sevinerek giderdim. Ailesinde çocukluğunda ramazanı yaşayamamış olmak eksik hissetmeme sebep olur; ondandır şimdi o kadar hevesle karşılamam, çocuğumu emzirirken tutamazsın diyenlere tutarım deyip, oruçla beraber sütümün azalmadığını keşfedip, Allah'ın kimseye kaldıramayacağı yükü vermeyeceğini anlamam. Benim kanaatim Allah rızası için, şifası için oruç tutmaya niyet eden herkes orucunu tutabilir. Uzmanlar uyarıyor bazen, olabilir bazı insanlar için daha zor geçebilir, ama bu bir ibadettir, Allah'ın bizim için indirdiği bir şifadır. Bunu zorunluluk hastalık, zorluk olarak gördüğümüz müddetçe hikmetlerini anlamamız, mucizelerini yaşamamız çok zor. İnsan bazen mantığını bırakmalı kalbiyle düşünmeli, özellikle de iman ettiğimiz bizi yaratan Allah bize zarar verecek bir ibadeti emretmiş olabilir mi? Kalbimizle iman etmişken bizi ve bizim için pek çok nimeti yarattığına şahitlik etmişken gelin, emrettiği ibadetlerde de bizler için hayırlar ve şifalar barındırdığına şahit olalım.
     Oruç biyolojik anlamda düşünürsek 1 ay boyunca vücudumuzdaki toksinleri atabileceğimiz bir detokstur. Yıl boyunca yemek ve içmek konusunda aşırıya kaçtığımız zamanlar elbette olacaktır bu ay bir rahmet ayıdır ki bizler vücutlarımızı dinlendirebiliyor, onun kendisini temizlemesine izin veriyoruz. Açken Allah'ın bize gökten indirdiği suyun ve yerden bitirdiği yiyeceklerin tadına varabiliyor, şükrümüzü artırabiliyoruz. Bu aylarda soframızı çeşitli yiyeceklerle doldururken, ihtiyacı olan ailelerle de kumanyalar ve yemekler paylaşıyoruz, normal zamanlarda belki yardım isteyemeyen insanlar da ramazan gelince bu sayede yardım alabiliyor, iyiliğin ve paylaşmanın adımlarını atıyoruz. Belki de çok sık görüşemediğimiz komşular ve akrabalarla iftar yemeklerinde buluşuyoruz, aslında bizi biz yapan insani değerleri hatırlıyoruz. Akşam iftar sofrasında veya sahurda ailecek oturmanın ortak bir noktada buluşmanın güzelliğini yaşıyoruz. Ramazan bize paylaşmanın, şükrün, muhabbetin dostluğun önemini bir kez daha hatırlatıyor. Orucu açlık olarak görmeyelim lütfen, Allah'ın içinde pek çok hikmet barındıran ibadetlerini anlamaya ve layıkıyla yaşamaya çalışalım.
     Oruç tutamayan veya tutmak istemeyen arkadaşlarımıza saygı gösterelim, bütün ibadetleri yapmak veya yapmamak insanın iradesine bırakılmıştır, zorla şiddet kullanarak kimseyi birşeyin doğruluğuna ve güzelliğine inandıramazsınız, bırakın sizdeki güzellikleri ve doğruluğu görüp size sorsunlar siz de oturun anlatın faydalarını. Mesela ben oruç tutanlara saygı duyan ama kendisi tutamayan insanları seviyorum, ben de onlardan biriydim 2 sene öncesinde; onların da birgün ramazan ayını idrak edebileceklerini umuyorum, orucun faydalarını fırsat bulursam anlatıyorum, fakat niyetli olduğum için bana saygı duymayan kişiler de olmuyor değil ama ben buna ailemden aşina olduğum için o insanlar adına üzülüyorum sadece. Allah ibadet etme şerefini ve nimetini her kuluna vermez bunu biliyorum. Oruçta, namazda, zekatta bizim için hem bu dünya hayatını hem de ahiretimizi güzelleştirecek faydalar var, bunları öğrenelim ki ibadetlerimiz bizler için meşakkatten ibaret olmasın. Bu ramazan gösterişli sofralardan, israftan kaçınalım; ihtiyaç sahiplerini unutmayalım, çevremde hiç yok derseniz sizlere önereceğim facebook sayfalarına bir göz atmanızı rica ediyorum. Hayatına bir iyilik kat sayfasına burdan, herşey çocuklar için sayfasına da burdan ulaşabilirsiniz. Hayırlı, bereketli ramazanlar sevgili okurlar :)

Şiddet sorunu

     Konuşulması en zor konulardan biri belki de aile içi şiddet olayları, duymak istemiyoruz ama gerçeklerden de kaçacak bir yerimiz yok, o halde toplum olarak bu sorunu çözmek zorundayız. ''Ben ne yapabilirim ki?'' demeyelim, hepimizin atacağı küçük adımlarla daha güzel bir dünya mümkün. Kişi kendisini değiştirdikçe çevresi de değişecektir, insanlara ışık olacaktır unutmayın, çevremizde karanlığı aydınlatacak insanlara ihtiyacımız var. Tek başımıza olsak dahi doğru bildiğimiz yolda hayıra ve barışa doğru yol almalıyız. Toplumu bu hale iten sebepleri ve neler yapılabileceğini anlatmaya çalışacağım yazımda.
     Aile içi şiddeti ailemizin içinde yalnızca bizi ilgilendiren bir konu olarak görüyor olabilirsiniz fakat durum öyle değil bu toplumsal bir sorun. Aslında şiddetin şiddeti doğurduğu gerçeğini düşünürseniz, bugün yaşadığımız duyduğumuz her kötü olayın bir çok küçük ve duyunca anlamsız bulacağımız sebepleri var. Biraz daha yakından inceleyelim: İnsan doğası gereği sorunları aklıyla çözmesi gereken bir varlıktır. Fakat aklını kullanmayan o kadar insanın arasında akıllı davranmak kolay mı sizce? Hayır hiç değil, şiddet biraz da bu isyanın somutlaşmış hali, düşündüklerimizi hissettiklerimizi; bize verilen düşünme, konuşma yeteneklerini kullanmadan karşı tarafa anlatmaya çalışmakla ilgili. İnsan neden bu yolu seçer? Cevap basit en kolay yol bu olarak görünür insana. Neden kendimizi yıpratıyoruz ki karşı tarafa kendinizi anlatmak için yanlış anlaşılıp baştan tekrar tekrar anlatmak için? Bir tokat bir küfür herşeyi halleder, karşıdaki insan da haklı olduğumuzu kabul edip susar. Haksız olduğumuz gerçeğiyle veya haklı olduğumuzu ispatlamak için saatlerce düşünüp konuşmaya gerek yok, herşey halloldu. Bu sadece ailevi meselelere değil toplumun her alanına sirayet etmiş durumda. Gücü yeten herkes alttakini ezmek için fırsat kolluyor sanki, insanlıktan çıkmış olması çok da umrunda değil, çoğunluğa ayak uydurma yarışında. Haklı ve güçlü olmanın en kolay yolunu bulmuş herkes gibi gözü kapalı ilerliyor.
     Şiddet İslam dininde haksızlığa uğramamış veya kendisine zarar verilmemiş insan için bir çözüm yolu değildir. Pek çok ayette peygamberimize güzel öğütler vermesi, dinlemeyenler için de üzülmemesi gerektiği anlatılmıştır. Diğer ayetlerde de peygamberimizde bizim için örnekler olduğunu okuyoruz. Yani bizler de düşüncelerimizi bildiklerimizi başkalarına zorla kabul ettiren kişiler olmamalıyız. Öğüt verenler ve güzel öğütleri alanlar olmalıyız, bizi dinlemeyenleri de bu kişi eşimiz veya çocuğumuz olsa dahi zorlamamalı, gerektiğinde seçimlerinde özgür bırakmalıyız. Bu hem ailemizdeki hem toplumsal alandaki huzurun inşası için gereklidir. İslam hoşgörü dini derken bundan bahsediyoruz aslında, herkes iradesini kullanarak hareket etmeli. Şiddetse özgür iradeyi ve aklı paramparça eden bir korku unsuru olabilir gücünü bu şekilde kullanmak isteyenlerin elinde. Başkalarına zarar veren bir insana da zarar vermek onu yaptığı işin kötülüğünü anlayarak doğru yola iletebilmesi açısından doğru olabilir. Ama bunun da bir ölçüsü vardır, Allah ölçülü davrananları sever unutmayalım. 
      Bizler toplumun her alanında kötü davranışlardan sakınmak zorundayız, bunun sonucunun nereye gideceğini bilemeyiz çünkü. Çokça şahit olduğum bir olay; devlet kurumlarında insanları azarlayarak keyfi bekleterek egosunu tatmin eden insanlar var, burda haksızlığa uğrayan vatandaşlar sizce öfkesini onlardan çıkarabilir mi? Memura hakaret bile mahkemelik olmaya yeter, haliyle çevresinden bir insan bu öfkenin hedefi olabilir. Aile içi şiddet sadece ailenin sorunu değildir derken bundan bahsediyorum. Toplum içindeki haksızlıkları ve adaletsizlikleri önlemeden şiddet olaylarına dur diyemeyiz. Aynı şekilde işini kaybetmemek için iş arkadaşının veya patronunun psikolojik şiddetine katlanmak zorunda olan insanların bunu eşine ve çocuğuna yansıtacağını biraz düşünün. Siz yalnızca bir insana zarar vermiyorsunuz o şiddetin form değiştirmiş halde masum insanlara yönelmesine vesile oluyorsunuz. Hareketlerimize davranışlarımıza içgüdülerimizle değil vicdanımızla yön verirsek gerek toplumda gerek aile içinde daha huzurlu ortamlar oluşacaktır. Herkesin üzerine düşen görevler var, erkekler öfke kontrolünü öğrenmek zorunda evet, masumlara kendisine güç yetiremeyecek olana el kaldırmamaları gerek evet. Ama bütün toplum artık kendisine güç yetiremeyecek olanı ezmekten vazgeçecek yoksa bu bir kısır döngü olur gelir sizi de bulur. Toplum olarak erkeklerin şiddete meyili çok ayrı bir konu, fakat aile içi şiddet erkeğin daha güçlü olmasının bir sonucu olarak görülemez. Güçlünün güçsüzü ezdiği bir dünya, bir toplum algısını içselleştirmekle bağlantılıdır. Güçlünün güçsüze yardım ettiği elinden tuttuğu bir toplum inşa edemezsek, yok olur gideriz yakında. Allah barışa ve huzura yönelik işler yapanların yardımcısıdır unutmayalım, bozgunculuk yapanlar sayıca çoğunlukta olabilir ama Allah kimin yanındaysa kazanan o olacaktır. Hayırlı günler dilerim.

Yaşam ve Ölüm

Doğumu mucizevi bir olay kabul ediyoruz fakat ölüm neden hep kötü şeyler hatırlatır bizlere? Başka bir boyuta geçeceğimize inanan herkes iç...