25 Eylül 2017 Pazartesi

Öze ulaşma yolunda

Hepimiz zeytinyağının sağlığa faydalarını, lezzetini biliyoruz, peki zeytinlerin bu yolda çektikleri sıkıntıyı düşünüyor muyuz? Zeytinyağı malum, zeytinlerin ezilmesi ve sıkıştırılmasıyla elde ediliyor, bu esnada zeytinlere ne olduğuyla ilgileniyor muyuz? En faydalı en lezzetli kısmına özüne ulaşabilmek için ne eziyetler ediyoruz güzelim zeytinlere, bu reva mı şimdi?

Hayatımızda yaşadığımız acıları, kırgınlıkları, üzüntüleri anlata anlata bitiremiyoruz ya, bir de zeytin açısından bakalım istedim. Bu sıkıntıların, bu acıların bizlere neler öğrettiğini, bizi hangi noktalara, hangi bilince ulaştırdığını unutarak, sadece çektiğimiz sıkıntılara yakın çekim yapıyoruz ya, ondan bahsediyorum. Herkes dertli, herkes sıkıntıda tamam, peki öze ulaşanlardan bir söz, bir cümle ulaşmıyor mu bizlere, yoksa dertlerimizle meşgulken onları işitmiyor muyuz?

Zeytinyağı olmak üzere ezilen zeytinler herhalde kendi feryatlarına o kadar kapılmışlar, ezilmiş büzülmüş bedenlerine acıyarak bakmaktan yorulmuş olmalılar ki, biraz ilerde altın sarısında ışıldayan kendi hakikatlerini görmekten uzaklar. Bu hakikati görseler belki acılarını dindirecek bir neşe ve mutluluk kaplayacak onları. Acılar içinde kıvranırken hakikati aramanın vakti midir şimdi? Aslında tam da vaktidir, hayat bizi ezerken; üzüntüler, hayal kırıklıkları ile boğuşurken aslında özümüzü görmenin, fani olanı geride bırakmanın tam da vaktidir.



Kimi zeytinler zeytinyağı olmak üzere seçildiler, kaderlerine boyun eğerlerse, artık önceki hallerinden daha değerli birşeye dönüşecekler. Ya acılar içinde kıvranan insan da, daha değerli bir noktaya taşınıyorsa ilahi düzende? Özüne ulaşmak için bir yola çıkarıldıysa bilerek veya bilmeyerek, yolculuktaki sıkıntılara mı varacağı güzel noktaya mı odaklanmalı insan? Çekilen acının, insanı bir noktaya ulaştırma, hakikatine özüne yaklaştırma gibi bir görevi varsa? O zaman insan derdini de sevebilir, derman da kendisi olur bu yolda. Diğer zeytinlere de altın renkli yağı gösterip, hakikatlerine yolculuk ettiklerini hatırlatabilir. 

23 Eylül 2017 Cumartesi

Çocukluk hayalleri

Çocukluğumda kurduğum hayallerle yaşıyorum bir süredir. Zamandan, mekandan, insanlardan çok kendi hayallerime dönmenin mutluluğu ve yalnızlığı içindeyim. Kendin olmanın bu kadar zor olduğunu bilmiyordum. Hiç kendim olmayı denemediğim için olabilir mi? Çocukluğumda uslu olmak, sessiz durmak herkesin beğenisini kazanmam için yetiyordu. Yaşımdan olgun bir insandım her zaman, o karakter meselesi ama düşündüklerimi çoğu zaman gizlemek zorunda kalmak, saçma şeyler yapmamak bir çocuk için çok zordu. Çocuk hayatı keşfetmeye gelmişti işte, süs bebeği gibi bir köşede durmak ve takdir toplamak için değil ki. 
Ben kendi çocuğuma nasıl davranıyorum peki? Sınırlarımı koruyamıyorum, benim çok fazla ve gereksiz bulduğum sınırları ona koyamıyorum. Benim yaşadığım bunalımları yaşamasın istiyorum. Hayat biraz onun istediği gibi renkli ve neşeli bir dünya olsun. Büyüklerin karanlık sokaklarında çocukların gökkuşağı renkleriyle dansettiklerini düşünüyorum. Tahammül edemiyoruz değil mi bu kadar renge, ışıltıya; bu kadar saf mutluluğa, çocuklarımızı da biran önce hesaplı ve mutsuz hayatlarımıza adapte etmek zorundayız. Biran önce öğrenilmiş tepkiler kazandırmak zorundayız, doğal tepkilerini kabullenmemiz mümkün değil! Onlar bu dünyaya geldiklerine göre bizim kurallarımıza adapte olmalı ve gereksiz neşeden, sonsuz sevgi fikrinden hemen kurtulmalılar. Hayat sevmek, paylaşmak ve oyun oynamak için değil bunu öğretelim. Hayat her hareketini hesap edip, hayranlık ve alkış toplamak, sevmediğin işlerde çalışıp kariyer yapmak, para kazanmak değil mi bizlere göre? Hadi bunu öğretelim, gökkuşağı renkleri kaybolsun, karanlık silüetler olarak sokaklarda dansetmek yerine ayaklarını sürüyerek yürüsünler. Ne kadar çabuk öğretirsek o kadar iyi.

Küçücük bebekler için, ağladığında kucağınıza almayın, beraber uyumayın, bırakın yalnız kalmayı öğrensin diyor kimi uzmanlar. Tam da bunun için gelmişti bebek dünyaya değil mi? Birlik ve beraberliği, paylaşmayı değil yalnızlığı öğretelim, tek başınasın kimseye acıma, ağlayanı umursama fikirlerini baştan verelim. Böylece yalnızca hayatta kalmak için mücadele veren ama hayatın gerçek mutluluğunu hissedememiş, hayata dokunamamış insanlar yetiştirelim. Hesaplanmış hayatlar yaşamak ve yaşatmak değilse amacımız, neden özümüzden, içimizdeki sevgiden bu kadar uzağız? Neden fani hayatın geçici değerleri için kısacık ömrümüzü mutsuzluk içinde heba edelim ve mutlu olmadığımız anlarda da ''mış gibi'' görünmek adına fotoğraflara gülümseyelim.

İnsanın büyük bir samimiyetle gülebileceğini, büyük bir samimiyetle hüzünlenebileceğini bize çocukken unutturdular sanırım. Halinden memnun, azla yetinebilen mutlu insanlara duyulan büyük nefretle; ağlayan, sıkıntıda olan insana karşı duyulan büyük ilgisizlik beni rahatsız ediyor. Vicdanı olan çocuklar yetiştirmek yerine, kariyerli çocuk yetiştirme hevesindeki ailelere duyurmak isterdim sesimi. Çocuklar bizim projelerimiz değil ki, onlar rengarenk karakterleri, ışıl ışıl gülüşleri ve içten dökülen gözyaşlarıyla rehberlerimiz olabilir ancak. Çünkü gerçeğe, hakikate bizden daha yakın olmaları mümkün. Hakikatinden uzaklaşmış insanlar olarak, çocukluğumuza geri dönme vakti gelmiştir belki bizim için de. Ancak o saf sevgiyi, beklentisiz ve çıkarsız yaşamanın mümkün olduğunu hatırlarsak bizler de gökkuşağının bir rengi olabiliriz diğer renklerle ahenk içinde. Bize öğretilen sınırlar, belki de hakikatimizin hepsinden değerli olduğunu anladığımızda yıkılacak. İşte o anda masmavi bir deniz, altın sarısı bir kumsal ve neşeli çocuklarla bir düşün içine yolculuk başlayacak.

Yaşam ve Ölüm

Doğumu mucizevi bir olay kabul ediyoruz fakat ölüm neden hep kötü şeyler hatırlatır bizlere? Başka bir boyuta geçeceğimize inanan herkes iç...