30 Aralık 2016 Cuma

Faiz neden yasaklanmalıdır?

Faiz; bugün ekonominin çok doğal bir parçası gibi görünse de, dinimizde yasaklanmıştır. Yasakların, helal ve haramların sebebini bilmesek dahi Allah'ın bizler için en doğru yolu seçtiğinden emin olanlardan eylesin Rabbim bizleri. Fakat şu bir gerçek ki; Allah bize aklı boşuna vermedi, indirdiklerini, peygamberler vesilesiyle bizlere gelen kitapları okumak, kavramak, üzerinde düşünmek zorundayız. Hele ki şu günlerde, neye göre kime göre yaşayacağımızı şaşırmışken.

Dünya hayatının geçici olduğunu, menfaatlerini elimizde belirli bir süre tutabileceğimizi kabullenmek zorundayız. Bunu bize sevdiklerimizin kaybı, sağlığımızda ve malımızda noksanlıklar hatırlatmakta. Fakat biz her seferinde kendimize yaşamak için yeni sebepler bulup hayata devam ediyoruz. Evreni, ölüm sonrasını, bize indirilen kitapları görmezden gelebiliyoruz. Peki ne zamana kadar? Allah bize O'na dönmemizi emredene kadar. Bu dönüşün henüz bu dünyadayken olması gerekmez mi? Firavun dahi ölmeden önce Allah'ın kudretini idrak etti ve iman etti de Allah onu bir ibret olarak denizin dibinde çürümeyen bir ceset haline getirmedi mi? Yani istemeyenler bugün görmezden gelenler de, hakikati birgün görecek. Hakikati görmek için ölüm anını beklemek insanı zarara uğratan bir bekleyiştir. Hakikatler Kuran'da okunmak üzere bizi bekliyor. Kuran hariç pek çok kitap okuduk; hakikati, aklı bize verenden öğrenmek, bizler gibi kullardan öğrenmekten daha evla değil midir?

Konudan çok uzaklaşmadan başlayayım, faiz bugün elinde malı olan parası olan insanların sürekli kar etmesi, parası olmayan borç almak durumunda kalanın ise hep daha fazlasını vermek zorunda olduğu bir sistem inşa eder. Faizin olduğu sistemlerde, mal sahibi insan bunu ticarette, üretimde kullanmak mecburiyetinde değildir. Sadece parasının faiziyle geçinebilir. Parası olmayan insan ise faizsiz borç alamadığı sürece aldığı parayı ödeyebilmek için daha çok çalışmak zorundadır. Faiz sistemi paranın sadece belli bir kesimde kalmasına sebep olur, üretim ve ticarette kullanılmayarak hem toplum ekonomisinin gelişimini engeller hem de zengin ve fakir arasında ciddi bir uçuruma sebep olarak sosyal düzeni de bozar. Serbest piyasanın, yani mal ve eşyanın fiyatlarının ölçüsüz olarak değişebilmesi de, ciddi krizlere sebep olabilmektedir. Bunu farklı bir yazımda açıklamayı düşünüyorum. Faizin yasaklanması insanları ticarete, alım satıma yönlendirecektir. Ekonominin canlanması, daha çok iş ve emek üretimi demektir. Çünkü artık parası olana daha çok para kazandıran, olmayanı da zora sokan bir sistem yoktur.

Bizi uyutan noktalardan biri şu, bankaları bir aracı gibi görüyor ve biz gidip fakirin parasını almıyoruz diye düşünüyoruz. Bu sistemi desteklediğimiz sürece bizzat biz borcumuzu ve faizini tahsil etmek için insanların evlerine, eşyalarına haciz koyuyor ve bunları yok pahasına satıyoruz. İcralar bizim adımıza yapılıyor, bankalar da bize faizimizi zamanında temin ediyor. Ne güzel sistem değil mi? Siz insanların yokluk içinde olduklarını, evindeki buzdolabı ve ocağı alınmış bir ailenin, çocuklarının, ne yiyip ne içeceğini düşünmüyorsunuz, zaten banka da düşünmüyor, onun işi tahsil etmek. Siz görmediğinize göre, belki de çok iyi bir insan olduğunuza inanarak yaşıyor, paranızın faizinin boğazınızdan rahatlıkla geçeceğini düşünüyorsunuz. Tabi bu arada sizleri doğru yola iletmek isteyenler olursa herşeyin faiz sistemiyle olduğunu iddia ediyorsunuz. Birey olarak kendi sorumluluğumuzu unutuyor, sistem neyi gerektiriyorsa ona uyuyoruz. Fakat Allah'ın yarattığı kullara en başta da kendi nefsimize zulmediyor ve hakikate gözlerimizi kapatıyoruz.

Temennim faizin yasaklandığı bir dünya, fakat nerden başlasak kardır, önce kendimize yasaklamakla başlayalım sonra ailemize, bu bilincin topluma ve dünyaya yayılmasını ümit edelim. Gene de şunun bilincinde olalım Allah dilediğini doğru yola iletir, dilediğini saptırır. Sapkınlıklarının farkında dahi olmayanları takip ederek iyi bir yola gireceğimizi sanmaktayız. Kısacık dünya hayatında ne yöne gittiğimizi sorgulamadan, sistemlerin arkasına sığınanlardan olmayalım, Allah'a sığınalım. O bize doğru yolu göstermektedir.


28 Ekim 2016 Cuma

Toplumda kadın

    Ayşegül Terzi'ye atılan tekme ve tekmeyi atan şahsın tahliyesine ilişkin haberleri görmüşsünüzdür. Kendisine geçmiş olsun diyorum, aslında şiddete uğrayan birçok kadının sesi oldu. Toplum olarak bu kadar alenen işlenmiş bir suç olunca haliyle cezasız kalmamasını istiyoruz. Fakat daha geniş açıdan bakmak zorunda olduğumuzu kabullenelim, toplumsal olarak bir yerlerde yanlış yapıyoruz görelim. Çünkü amacımız yapılanın yanlış olduğunu belirtip köşeye çekilmekten çok bu durumu nasıl düzeltebiliriz olursa, faydalı bakmış oluruz. Çünkü kadına, çocuğa, hayvanlara şiddetin daha uç boyutlarını, tacizi, tecavüzü her gün görmekten hepimiz yorulduk; birşeyler yapmalı, en başta bakış açımızı değiştirmeli, kendimizi düzeltmek zordur fakat bunu başarmalı.
  Öncelikle kadınların bir meta olduğu görüşünden uzaklaşmak zorundayız, daha doğrusu insanı vicdanlı, şerefli, inançlı bir varlık olarak değil; sırf yiyip, içip, üreyen bir hayvan gibi gösteren herşeyden kurtulmak zorundayız. Bunu başarabilirsek toplumda hayvandan daha da aşağı indirgenmiş sadece nefsiyle hareket eden kişiler yetiştirmekten uzaklaşırız. Bu sadece okulda verilecek bir eğitim değil; anne babalar çocuklarının kaç öğün yediğinden, ne marka giydiğinden çok; ne kadar vicdanlı, yardımsever bir çocuk yetiştirdiklerine özen göstermek zorunda. Bunun dışında okulda eğitmenler çocuğun maddi durumu; dış görünüşü; ailesinin statüsüne değil, öğrencinin doğruluğuna, dürüstlüğüne, çalışkanlığına prim vermeli. Medyada kadını erkeği çocuğu mal gibi gösteren ne varsa çöpe atılmalı. Kadınların dekolteleriyle satılmaya çalışılan her mal kadını aşağılamaktadır ve değerinin satılan maldan daha aşağıda olduğunu ısrarla belirtmektedir, anlayan gözler için. Bir dondurma reklamı yapmak için mini etekli kadınlara ihtiyaç yoktur. Böyle bir ihtiyaç olduğunu düşünen ''ticari zekalar'' topluma ne kadar zarar verdiklerinin farkında olsunlar veya olmasınlar, yaptıkları kadını aşağılamaktır. Kadınlar şehvet uyandırması için orada burada reklam malzemesi olarak kullanılırken kimse toplumda kadına neden değer verilmiyor demesin. Tv'lerde gazetelerde çıplak kadınlarla pazarlamaya çalıştıkları şey ne yazık ki kadına olan saygıyı düşürüp, toplumda eş, anne, iş arkadaşı rolüyle gördüğümüz kadınları ısrarla mal olarak görmeye davet etmektedir. Medya toplumsal bir algı oluşturmak konusunda o kadar önemli ki, bunu algılamakta gecikmeyelim, toplumsal ahlakın gitgide çökmesine dur demek zorundayız.
    Kadının ne giyeceği, nasıl davranacağı her yetişkin birey gibi kendini bağlar diyoruz, ama ne kadar kendimizdeyiz bir düşünelim, kimin belirlediği hayatı yaşıyoruz ve çizgilerimiz neler? Erkeklerin yanlış yapma ihtimali yüzünden bizim özgürlüklerimiz kısıtlanmamalı diye düşünüyoruz. Peki biz ne özgürlüğünden bahsediyoruz? Moda diye dayatılan saçma sapan kıyafetleri giyme özgürlüğü mü? Mini eteğin, göğüs dekoltesinin bir kadın için sunduğu faydalar ne olabilir acaba biraz da bunu düşünelim. Mini etek ve yaka dekolteli erkekler neden göremiyoruz gerçekten özgürlüğün simgesiyse ve estetik şeylerse bunlar? Eşitlik konusu burda duvara tosluyor, kadın ve erkeğin ihtiyaçları, hisleri farklıdır. Kadın güzel görünmek istiyor, beğenilmek istiyor, moda ve güzellik sektörü de bunu acımasızca kullanıyor, bizleri üşümekten ve edep yerlerimizi göstermekten koruyacak kıyafetler moda anlayışıyla tuhaflaşıyor. Kadının önüne geçiyor; her kadının dolabında kesinlikle stiletto olmalı diyen insanlar çıkıyor, 100 çift ayakkabım var çok seviyorum, aşığım diyenlere, eskimiş diye atacağımız veya yama yapacağımız kıyafetleri yırtık modası diye alanlara rastlıyoruz. Modanın (veya kapitalizmin diyelim) insanlara dayattığı şey bu; sürekli tüketirken gerçekten istediğin şeyin bu olduğuna inandırmak. Kadınların sadece dişiliklerini ön plana çıkarmaya çalışmak onlara haksızlık etmektir, bunu biz kendimize yapıyorsak kendimize haksızlık etmektir. Erkekleri yetiştiren de anneler olduğuna göre bizim görevimiz güzel görünmekten çok çok ötede. Ahlaklı olmayı, dürüst olmayı, yardımsever vicdanlı olmayı biz öğrenelim, hayattaki öncelikli amaçlarımız bunlar olsun ki; çocuklarımıza da öğretelim. Bizler kendimize olan saygımızı kazanalım, toplumda insanları kıyafetlerimizle değil fikirlerimizle kendimize hayran bırakalım. Ne giyersek giyelim, dış görünüşe göre hüküm verenler her zaman olacaktır, toplumsal algıyı kırdığımızda bunların azınlıkta kalmasını ümit ediyorum.
   Toplumsal olarak aydınlandığımız, kapitalizmin insanı salt tüketen bir hayvana dönüştürmesine dur diyebildiğimiz, erkeklerin; kadınlara, çocuklara merhametle baktığı günler de gelecektir inşallah, hayırlı günler.
   

23 Ekim 2016 Pazar

Toplumsal dönüşüm

  Hergün görmeye başladığımız çocuk tacizi, hayvan tacizi, kadın cinayeti haberlerinden psikolojimizin ne düzeyde olduğunu toplum olarak tahmin etmek zor değil. Fakat nedense kimse toplumda neden böyle haberlerin sıklaştığını ne yapmamız gerektiğini konuşmuyor, çocukları öldüren canilere elbette idam cezası gelsin fakat mesele yeni caniler üreten bir sistemden çıkmak zorunda olduğumuzu anlamak. Kısaca ne demek istediğimi anlatacağım ve artık şunu bilin bu olaylardan toplum olarak hepimiz sorumluyuz, göz yumduğumuz şeyleri artık açıkça düşünmeli ve gerekli düzenlemeleri yapmak için harekete geçmeliyiz.
    Öncelikle toplum yaşantımızın değişmeye başladığını bilsek de kimsenin kimseye selam vermediği bir yere dönüşmek zorunda değiliz; en basit örnekle ben bir sitede oturuyorum kimseyi tanımıyordum, bir facebook grubu kurarak normalde tanıyamayacağım pek çok komşumu tanıdım sosyal alanda çay kahve günleri yaptık, hala görüşüyoruz. İnsanlara güvenmemekle insanlardan kaçmak arasında bir fark var, toplumu bir arada tutan aile, akraba, komşuluk ilişkilerini çıkarlarımıza dayandırmaktan vazgeçelim. Bir adım atalım illaki karşımızdaki insandan beklemeden, bazen yaptıklarımız görmezden gelinecek buna da sabredelim. İnsanları dışlamak için fırsat kolluyoruz yapmayalım. Dışladığımız insanlar toplumda kabul görmediklerini bilerek daha uç noktalara kayıyorlar ve zararı gene toplum olarak görüyoruz. Her bireyi elimizden geldiğince topluma hazırlamak ve bunu yaparken kimseyi incitmemek bizim görevimiz. İstediğiniz kadar kaçın toplumun gerçekleri sizi bulur, dışarda yaşanan yoksulluklara, sorunlara göz yumup kendi küçük hayatınızda mutlu olmaya çalışmayın. Elinizden ne geliyorsa o miktarda maddi manevi destek olun, sadece kendinizi değil toplumu da kalkındırmak için adımlar atın. İlla ki okul yaptıracak değilsiniz, yerdeki çöpü kaldırdığınızda da hem iyi bir örnek olursunuz, hem de çevreye, topluma faydalı bir iş yapmış olursunuz. Aman bana mı kaldı dünyayı ben mi kurtaracağım görüşü yüzünden bu haldeyiz. 
    Birilerinin çocuğu başkası için çöpten ibaret olabiliyor, peki nasıl? İnsana saygı ve değer toplum olarak tekrardan kazanmamız gereken özellikler. Bencillikten vazgeçmediğimiz; bir toplum olduğumuzu kabullenmediğimiz sürece eğitim düzeyleri arasındaki uçurum, maddi olanaklar arasındaki uçurum artacak ve dolayısıyla suç oranları artacak. Çocuklarını özel okula, dersaneye, kurslara gönderen aileler, devlet okuluna dahi gidemeyen bir yavruyu da görmeli, ailesinin yoksulluğu onun eğitimine engel olmamalı. Herkesin çocuğu özeldir evet ama en basit haklardan yoksun karnı aç çocuklar olmamalı, bir yanda yemek beğenmeyen çocuklar varken. Olmaması için gerek devlet kurumları gerek sivil kuruluşlar çalışıyor. Sosyal medyanın gücünü de katalım pek çok grup dernek yardım kampanyalarını, ihtiyaç sahiplerini duyuruyor. Hangisine güven duyuyorsanız oraya destek olabilirsiniz.
   Toplumsal kalkınma bananecilikle olmaz, benim çocuğum en birinci olsun ötekiler işsiz kalsınla olmaz. Toplumda eğitim alamamış meslek sahibi olamamış, dışlanmış çocukların ne yapmasını bekliyorsunuz? Bir kısmı hallerine şükreder sabreder elbette ama ya nefislerine hakim olamayanlar? Nasıl durduracaksanız onları? Ezdiğiniz görmezden geldiğiniz insanlardan korkuyorsunuz zaten. Kimseyi ezmeyin kimseyi de görmezden gelmeyin lütfen. Aldığınız eğitimle, arabanızla, çocuğunuzla gurur duymayın lütfen. Allah katında bunların bir değeri yoktur. Olmayanlarla paylaşabiliyorsanız değerli olan budur. Bu dünyada da size fayda sağlar, öteki dünyada da.
  Toplumu kutuplaştırmaktan daha kolayı var; birleştirmek, imkanları kısıtlı olanları da anlamaya çalışın. Ben devlet okullarında burslarla öğretmenlerimin hatta arkadaşlarımın desteğiyle okudum ve iyi bir üniversite bitirdim. Arkadaşlarımı da kattım çünkü yemek alacak param olmadığında bana da alırlardı benim için anlamı büyüktür, çünkü acımasız insanları da çokça gördüm. Hala hatırlayınca, neden böyle şeyler yaşadığımı düşünüp anlıyorum, yaşamayan bilemez, bilmeyen anlatamaz. Arkadaşımın babası, annesi beni arabayla bıraktığında hep çok mutlu oldum bizim arabamız yoktu, otobüsle veya yürüyerek gitmek hiçbir zaman bana zor gelmedi ama birinin bana değer verdiğini görmekti beni mutlu eden çünkü belki de bazı insanlar kendi ailelerinde o değeri göremiyorlar maddi manevi. İnsana, çocuklara değer verelim sadece kendi çocuklarımıza değil, onlarda büyüyüp bu topluma iyi veya kötü bireyler olacaklar, belki yaptığınız iyilikler onların yaralarını saracak karanlıklar içindeyken aydınlanmalarını sağlayacak. Küçücük bir ilgiye, sevgiye, bir ekmeğe, bir oyuncağa sevinecek çocuklar var, yani kendi küçük dünyamızda kendimizi mutlu etmeye çalışmaktan kolayı da var. Yanı hayat paylaşınca güzel. Asmayın yüzlerinizi, kirletmeyin yüreklerinizi biz çocuklarımıza iyi bakarsak yarınlarımız da güzel olacak Allah'ın izniyle. Peygamberimiz kız çocuklarının diri diri gömüldüğü zamanlarda insanlığı, ahlakı, inancı anlattı; inancımızı kaybetmeyelim elbet kötü ve karanlık kaybolmaya, kendini yoketmeye mahkumdur, doğruluk adalet iyilikse yarına ve ahirete kalacak olandır. Hayırlı günler.

28 Eylül 2016 Çarşamba

Yoksulluğu görmezden gelmek

    Bizler, yiyeceği, giyeceği, arabası, yakacağı, başını sokacak evi olanlar, yoksulların ne kadar farkındayız ve ne kadar çaba gösteriyoruz başkalarının da iyi hayat şartlarında yaşayabilmesi için? Yoksa aç gözlülükle her zaman daha fazlasını hakettiğimizi düşünen bizler başkalarının sefalet içinde yaşamasını normal mi karşılıyoruz? Evet sahip olduklarınız için bedeller ödemiş, çalışmış olabilirsiniz diğer insanların da çabalaması gerektiğine inanıyor olabilirsiniz. Ama eğitim hakkından mahrum milyonlarca insan var yani isteselerde sizin geldiğiniz mevkilere gelemeyecek insanlar.. Hatta sağlık hizmetlerinden, temiz su ve yiyeceklerden uzak insanlar var, en temel ihtiyaçlarını karşılayamayan insanlar nasıl güçlü durup savaşacaklar hayatta kalmak için? Ya yardımlarınızla ayakta duracaklar, ya da onları görmezden gelen topluma düşman olacak, intikam için fırsat kollayacaklar. Ve sonra hızla artan suç oranlarına bakarak bizler de bu insanlara neler oluyor diyeceğiz. Acımadığımız çocuklar gün gelip de elimizdeki parayı kaptırmamak için direndiğimizde bize hiç acımayacak. 

     Yoksulluğu görmezden geldiğinizde, sadece kendi hayatlarınıza konsantre olduğunuzda daha huzurlu mutlu yaşayabileceğinizi zannetmeyin. Hiçbirimiz bu toplumdan bağımsız bireyler değiliz, güvenlikli siteler, kilitler, kasalar bir yere kadar koruyacak bizleri, toplumu bütün parçalarıyla kalkındırmak değil, kendimizi kalkındırmak olursa amacımız birgün yüzüne bakmaya bile tenezzül etmediklerimize yalvarırken bulacağız kendimizi. Bir ekmeğe muhtaç evinde yakacağı olmadığı için üşüyerek ders çalışan çocukla sizin çocuğunuz tabiki eşit olmayacaktı değil mi? Allah ikisini de bu dünyada iyi işler yapsın, yalnız Allah'a kulluk etsin diye gönderdi. İmtihanları farklı olabilir, öğrenmeleri gereken farklılıkları ve birbirleriyle adaletsiz şekilde yarışmaları değildir! Öğrenmeleri gereken birbirlerine Allah rızası için yardım etmektir. Biz anne baba veya öğretmenleri olarak çocuklarımıza bunu öğretebiliyor muyuz? Yoksa sınıf farkından çok memnun bir şekilde ayrım yapmayı mı öğretiyoruz? Ayrıştırmak demek düşmanlaştırmak demektir yapmayalım, bir olduğumuzu unutmayalım. Allah'ın verdikleriyle kibirlenmek ne demek? Kimden alıp kime vereceğini, kimin neyi hakettiğini en iyi O bilir, biz kısıtlı bilgimizle ahkam kesmeyelim.


    Bahanelerimiz var, açgözlü olduğumuzu başkasının zaruri bir ihtiyacını karşılamaktansa hiç de ihtiyacımız olmayan saçma sapan şeyler almayı tercih ettiğimizi itiraf edecek cesaretimiz yok. Yok çünkü biz daha bu dünyada ne için bulunduğumuzdan bihaber yaşıyoruz, tüketmek için zevk almak için yaşadığımızı düşünüyoruz ama gerçek bu değil. Kuran'da insanlara devamlı verilen öğütlerden biri yoksullara yetimlere yolda kalmışlara yardım etmek. Sizce Allah'ın bizim yardımımıza ihtiyacı mı var birinin elinden tutmak için? Hayır, O, kimin daha güzel davranacağını; kimin dünya malını değil Allah'ın rızasını kazanmayı ümit ettiğini görmekte ve bilmektedir. O yüzden yardım edecek gücümüz olduğu halde, Allah versin demek ne demek tekrardan düşünelim. Bize nimet veren de bir başkası değil iyi hatırlayalım, yardıma vesile olmak yoksulu sevindirmek dururken malı biriktirip durmayalım. Bu dünyada kaç saatimiz ve kaç günümüz kaldı belli değilken, ahiret yaşamı giderek yaklaşmakta hatırda tutalım.
     Pek çok yardım kuruluşu olmakla birlikte, ihtiyaç sahibi ailelerin, çocukların sesini duyurabildiği bir sayfanın linkini de veriyorum yazımda, burdan ulaşabilirsiniz. Çoğu insan en yakınının muhtaçlığına bile gözlerini yumarken, nice güzel yürekli insan hiç tanımadıklarına dahi yardım ediyor. Bizler de tarafımızı seçelim, ayırım günü gelmeden iyilerin tarafına meyledelim yoksa bu dünyaya tekrar dönmek istesek de dönemeyecek ve ancak yaptıklarımızın karşılığını bulacağız. Yazımı Kuran ayetleriyle bitireceğim, yardımlaşmanın önemini daha iyi kavramamız açısından, mealin bulunduğu siteye burdan ulaşabilirsiniz. İnsan suresi 9-12 ayetler; 

''Onlar, kendi canları çekmesine rağmen yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler. 'Biz sizi Allah rızası için doyuruyoruz; sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz. Biz, çetin ve belâlı bir günde Rabbimizden (O'nun azabına uğramaktan) korkarız' (derler). İşte bu yüzden Allah onları o günün fenalığından esirger; (yüzlerine) parlaklık, (gönüllerine) sevinç verir. Sabretmelerine karşılık onlara cenneti ve (cennetteki) ipekleri lütfeder.''

b

23 Eylül 2016 Cuma

Çok mu dertsiz duruyorum uzaktan bakınca?

   Bugün ''Neden mutsuzuz?'' veya ''Nerden bulur bu insanlar ben mutsuzken gülünecek şeyleri?'' sorularına cevap aramak için yazmaya karar verdim. Mutluluğun ve mutsuzluğun genellikle dış etkenlerden bağımsız insanın genel olarak hayatı algılayış biçimiyle alakalı olduğuna inanırım. Ayrıca hepimiz yaradılışımız, yaşımız ve hayat tecrübemiz gereği mutluluğu farklı boyutlarda ve farklı alanlarda yaşıyoruz. Seçimlerimiz elbette etkili hayattaki mutluluk katsayımızla ve biz bu seçimlerin bizim için en iyi karar olduğuna -başımıza kötü şeyler gelse bile- inandığımızda; mutluluğu, daha doğrusu huzuru yakalıyoruz. Peki biz daha mutlu olmak için nasıl tepki vereceğiz hayatın akışına ve nasıl doğru seçimler yapacağız?
     Öncelikle hayatın, canlıların, insanların biz olmasak da hayatlarına devam edebileceklerini kabul edelim, biz sadece evrenin küçük bir parçasıyız ve bir gün bu dünyadan göçüp gideceğiz. Ölümü mutsuzluk ve en büyük acı olarak algılamak da bizim kısa hayatlarımızda aşamadığımız problemlerden. Ölüm ötesi yaşama; ahirete inanan insan burada ferahlıyor. Yok olmayacağımızı, yapılan iyi işlerin ziyan olmayacağını bilen insan; yok olup gideceğini düşünen insan kadar hayata karamsar bakmak zorunda değildir. Çünkü burada şartları kötü olsa ve hayatta herşey istediği gibi gitmese dahi onu daha güzel bir hayatın beklediğini ümit etmekte ve bu yönde çalışmaktadır. Bu dünyanın bizim için bir sonu olduğuna inanmak ayrıca dertlerimizin, bizi mutsuz eden şeylerin de bir sonu olduğunu hatırlamaktır. Hatta bu sıkıntıların eğer Allah'ın doğru yolundan çıkmamak adına çekildiyse, birer mükafata dönüşeceğini bilmektir. Kısaca bu dünyadan gelip geçeceğimize ve ahirete iman etmiş bir kişi için dertlere katlanmak daha kolay olacaktır, Allah'ın izniyle.
    İkinci olarak; sahip olduğumuz pek çok şey varken bizim olmayanla uğraşmaktan vazgeçmek zorundayız. Bu vazgeçiş nefsi tarafından yönetilen ve sürekli daha fazlasına ihtiyacı olduğuna inandırılan insan için gerçek huzura giden yolun başlangıcıdır. Çünkü genellikle arzu ve isteklerimiz bizleri kör gözlerle yanlış yollara, pişmanlıklara sürüklemektedir. Bunlardan kurtulmanın yolu elimizdekinin, bize verilenin kıymetini bilmek, başkasının hakkına tecavüz etmekten sakınmaktır. Rızkı veren Allah'tır; dilediğine rızkı artırır, dilediğine daraltır. Bunu sorgulayıp kendimizi mutsuz etmektense elimizden gelenin en iyisini yapmaya gayret edelim. Allah'ın hakettiğimiz şekilde değil de merhametiyle muamele etmesini dileyelim. Çünkü güç ve kudret sahibi biz değiliz, kendimizi yaratan ve ilim öğreten de biz değiliz. Bu sebeple sahip olduğumuz beden, sağlık, kabiliyetler hepsi birer şükretme sebebidir. Hepimiz hayatta bazı eksikliklerle imtihan olacağız, sahip olduklarımıza şükretmek huzurlu ve mutlu bir hayatın anahtarıdır. İbadetler bizim ne kadar acziyet içinde olduğumuzu anlamamıza ve şükrümüzü artırmamıza birer vesiledir. Oruç ibadeti nefsimizle mücadelenin yanında, su ve yemek olmadan geçen birkaç saatin bile insanı ne kadar zorladığını gösterir bize ki; suyu gökten indiren, yiyecekleri yerden çıkaran biz değiliz. Namaz aynı şekilde günün belirli vakitlerinde Allah'ı anmak, başımıza ne gelirse gelsin sabretmek ve O'ndan yardım dilemek için bir nimettir. Tabi pek çoğumuz bu ibadetler için şükretmemiz gerektiğini düşünmemiş olabilir. İbadetleri görev değil de nimet olarak görmek gerektiğini düşünüyorum, çünkü ibadetler bize kendi hayatımızı düzenlemek, başımıza gelen olaylara sabretmek, kötülüklerden uzaklaşmak konusunda yardım eder. Biz ibadetimizle en başta kendimize yardım etmeye başlarız, tabi sonrasında çevresine de faydalı insanlar olup iyi işler yapabiliriz. Kendisine daha sonra da topluma faydalı olan insanın mutlu olma olasılığı, karşılaştığı olaylarla nasıl başa çıkacağını bilmeyen çıkmazda kalan ve sürekli başkalarından yardım bekleyen insandan daha fazla olacaktır.

     Kötü olaylar yaşamak, bazen yalnız kalmak, bazen anlaşılamamak, bazen hastalıklar ölümler mutsuzluk sebebidir evet ama hepsi geçicidir. Şöyle düşünelim; yaz ayları bitti sonbahara girdik, şimdi o mis gibi kokan çiçekler solacak, yapraklar dökülecek ama hangi ağaç yaprakları döküldü deyip hayata küser? Hepsi bir sonraki baharı bekler, sert kışın ardından gelecek güneşi bekler. Bizim de ümitsizliğe değil ümide ihtiyacımız var her zorlukta yıkılmaya değil, imtihanlarımızı sabırla aşıp olgunlaşarak, güzel günler göreceğimize olan inançla yaşamaya ihtiyacımız var. Selamlar, hayırlı cumalar..

12 Eylül 2016 Pazartesi

Bayramlar ve insanlar

     Herşeyden önce günaydın ve hayırlı bayramlar :) Bizler dini konularda veya diğer konularda sürekli tartışmaktan yorulmayan, her konuda illaki kendi fikrimizi kabul ettirmek için çabalayan insanlarız, peki hiç Allah ne diyor bu konuda, kitabımızda ne yazıyor diye düşünüyor muyuz? Çevremde tartışan insanlar bu kesin bilgiyi nereden almışlar merak içindeyim, çünkü tartıştığımız konuların insanları dinden soğuttuğunu ve insanların akın akın gelmesini beklerken Müslüman ailelerde doğanların bile bu yolu seçmediğini acıyla görüyoruz. Kendimize Müslüman diyorsak ağır bir yük altındayız, kendi nefsimize veya atalarımıza geleneklerimize göre değil Kuran'a göre hareket etmeliyiz. Kuran'ı anlamak ve anlatmak için çabalamalıyız. Özünde Allah inancı olan ve ibadetlerle, sosyal hayattaki düzenlemeleriyle insana doğru yolu gösteren Kuran; aynı zamanda bizlere örnek olması açısından geçmiş peygamberlerin ve kavimlerin başlarından geçenleri de anlatmaktadır. Bizler de onlara benzer günahların pençesinde kıvranmayalım diye doğru yolu işaret etmektedir.
      Bayramlar tartışalım diye değil, birleşelim diye var, kurban kesmeyi felaket olarak gören insanlar var, eğer et yemiyorlarsa, biraz doğal yaşama dikkat etseler Yaradan'ın kurduğu düzene baksalar hergün heran bir canlının diğerine yem olduğunu görecekler, böyle bir dünyada yaşadığımızın bilincine varmak zorundalar. İkincisi eğer et yiyorlarsa bugün hayvana eziyet edenler dışında kesim konusunda hergün yapılandan farklı bir uygulama yapılmayacak; fakat hergün yapılandan farklı olarak durumu daha iyi olanlar, fakirin yetimin de karnını doyuracak Allah rızası için. Hacc suresi 17. ayet der ki ''Onların ne etleri ne de kanları Allah'a ulaşır; fakat O'na sadece sizin takvânız ulaşır. Sizi hidayete erdirdiğinden dolayı Allah'ı büyük tanıyasınız diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi. (Ey Muhammed!) Güzel davrananları müjdele!'' Biz Allah'ın bize verdiği nimetleri farketmek için kurban keseriz, ben böyle anlamaktayım.
     Ayrıca Ramazan bayramları nasıl ki tuttuğumuz oruçla, bir damla suyun bir parça ekmeğin kıymetini anlıyor ve şükrediyorsak, Kurban bayramında da Allah'ın bize faydalanmamız için verdiği hayvanlar için şükrediyoruz, o hayvanları bize boyun eğdiren, bu düzende bizleri güçlü ve akıllı kılan Allah'tır. Allah'ın nimetlerinden ulaşamayanları da faydalandırmayı en önemli noktalardan biri olarak görüyorum. Bayramlar Allah'ın rızasını kazanmak için o kadar güzel bir vesile ki küsseniz barışmak için bir vesile, yardım istemeye çekinen kullara yardım için bir vesile, insanlarla biraraya gelip sohbet etmek kaynaşmak için vesile. Bana kalırsa bayram tatilden ibaret değil, dünya hayatından gözümüzü çevirip de herşeyi bize bağışlayan Allah'a yönelme vakti, insanlar arasındaki kibri sınıflandırmayı dedikoduyu bırakma vakti, biraraya gelme vakti. Sevdiklerinizle nice bayramlar dilerim, vakit Allah'a koşma vakti, O'ndan başka sığınacak ve kaçacak başka kimsemiz yok.


22 Ağustos 2016 Pazartesi

Huzursuz, uykusuz insanlar

     Uyku öyle bir nimet ki insan uyku düzeni bozulduğunda hayatının duygularının tamamen yön değiştirdiğini farkettiğinde anlıyor. Biz kimi zaman sabah ezanına kadar uyumayan bir bebekle uğraştığımızdan az çok biliyoruz, gece Allah'ın insanlara dinlenmeleri için verdiği bir nimet. Sosyal medyada bir iki gecedir uykusuzluk çeken insanlar yazılar paylaşıyorlar, sebebini çözmek için. Aklıma bazı sebepler ve çözümleri geldi, maddi değil manevi sebepler üzerinde duracağım aslında. Çünkü uyku bambaşka bir boyut insanın rahatlama, dinlenme durumuna geçtiği, iradesinden uzaklaştığı bir zaman dilimi, ne rüya göreceğimizi kontrol edemiyoruz mesela, bizim kontrolümüzün dışında bir şey uyku. Rüyalarla ilgili Mustafa Kaya isimli yazarın Sana bir sır vereceğim ve Hızır dokunsun rüyalarına adlı kitaplarını öneriyorum.
      Çevremde uykusuzluk problemi çeken insanların çoğunda, başka insanlara olaylara fazlaca takılma, kendi vicdanıyla hesaplaşmaktansa başkasını suçlama eğilimi var. Bizler başkalarını değerlendirmeye kalktığımızda -ki böyle bir hakkımız yok- kendimizi temize çıkarma içgüdüsüyle yaparız bunu. Halbuki insanoğlu başkalarından önce kendiyle hesaplaşıp kendi negatif yönlerini pozitife çevirmek için uğraşmalı. Çünkü bizler bu hayatımız sonlandığında kendi davranışlarımız için hesap vereceğiz başkası için değil. Kendi vicdanımızı rahatlatmak için kendimizle yüzleşmek zorundayız başkalarıyla uğraşmaktan vazgeçip. Bunu başarabilmek için insanın konumunu iyi bilmesi, eğriyi ve doğruyu iyi ayırt etmesi buna göre bir değerlendirme yapması şarttır. Bu ancak Kuran'la mümkündür. Başka sistemler uygulamalar da insanlara rehberlik edebiliyor, fakat hepsinin temelinde kendimizi nerde konumlandırdığımız ve hayata geliş amacımız yatar, bu soruları cevaplayamıyorsak tutarlı davranmak ve huzurlu bir yaşam uzun vadede biraz zor görünüyor. Yani hayat görüşümüze Allah inancını ve ölümden sonraki yaşamı ekleyemediğimizde bu dünyada büyük bir boşluk ve anlamsızlık içinde bocalarız. Yapılan her haksızlık yaşanan her olay gözümüzde gereksiz yere büyüyecek, bir sahibi olduğunu unutan insan yalnız ve çaresiz hissedecek, üzüntü ve korkularla başbaşa kalacaktır.
     Allah'a dayanıp güvenmek, bu dünyada O'nun emirleri ve yasaklarıyla yaşamak, ahiret inancı insanı bu dünyada kanaatkar huzurlu bir birey yapar, bir bakar ki dünyada da pek çok şey aslında sandığı gibi zor değilmiş. İnsana bütün bunları zor gösteren ve bu dünya için kendisini feda ettiren nefsi ve şeytanmış. Bunları anladığında Allah izin verirse doğru bir yola giren insanoğlu, başkalarına da gerçek anlamda rehberlik edebilir, eşi çocuğu komşusu dostu farketmez. Allah yolunda savaşmanın ne demek olduğunu bilirse, Allah'ın dinine yardım edenlerden olabilirse ne mutlu ona.
     Peki bütün bunların uykuyla alakası nedir diye sorabilirsiniz, çok basit vicdanıyla hesaplaşan yarın başına ne gelirse gelsin Allah'a güvenip dayanacak ve sabredecek kimse ile sürekli endişe halinde, Allah'tan değil yarattıklarından korkan, ve neden yaşadığını dahi bilmeyen kimsenin iç huzuru, dengesi aynı olabilir mi? Yatmadan önce namazını kılıp kendisini Allah'ın himayesinde hisseden kimsenin rahatlığı, kendi kendine yetmeye çalışan insanla aynı olabilir mi? Bu dünyanın yükünü omuzlarına almış insanın üzerindeki baskı; bu dünyayı gelip gideceğimiz bir mekan olarak gören Allah'ın daha pek çok evren yarattığını bilen insanla aynı olabilir mi? Hakkını hukukunu korumak için elinden geleni yapan olmadığında ilahi adalete güvenen kimse ile, sürekli haksızlığa uğrayacağını düşünen kimse aynı frekansta mıdır? Üzerimizdeki yükleri atma vakti, Allah'a koşma ve ipine sımsıkı sarılma vakti, başka bir kurtuluş yolu yok insanoğlu için. Hayırlı günler...

18 Ağustos 2016 Perşembe

Savaş ve çocuklar

     Mültecilere düşmanlık besleyenlere ısrarla anlatmaya devam ediyorum, hepimiz insanız, ve sonumuzun ne olacağını bilmiyoruz. Ülkemiz için savaşmak zalime karşı koymak en önemli görevimiz bebeğini bırakıp savaşa koşan Nene hatunun torunları gibi davranmak ne kadar şerefli bir davranış. Allah bu vatanı Müminlerin yurdu eylesin her zaman. Fakat bu gücü kendinde bulamamış kaçıp ülkemize sığınan özellikle kadın ve çocuklara olan nefretiniz son bulsun artık, yoruldum.
     Zulme uğrayan ve buna karşı koyamayan kişinin bulunduğu yeri terketmesi ve kendisine sığınacak bir yer araması garip değil, hepimiz yeri geldiğinde yapmadık mı bunu? Bize zulmedenlerin hepsini öldürme veya yok etme gücümüz olmuyor, çoğu zaman kaçıyor kendimize başka bir dünya kurmaya çalışıyoruz. Hicret eden Peygamberimizi ve onunla beraber olan Müslümanları sanki bilmiyormuş gibi davranıyoruz. 
      Bu insanların kendi ülkelerinde huzur ve barış için savaşmaları gerektiğini söylerken bizler kendi hayatımızda ve kendi ülkemizde huzur ve barışı sağlamak için ne kadar fedakarlık ediyoruz kendi rahatımızdan? Büyük konuşmadan önce herkes elini taşın altına koysun, siz kendi yavrunuzu bombalar altında kalsın enkaz altında ölsün diye savaşın ortasında bırakabilir misiniz? Siz savaşacak dahi olsanız eşinizi çocuğunuzu güvenli biryere götürmek istemez misiniz? Kocası ölmüş kadınları ve yetimlerini düşünün, burda yeniden hayata tutunmaya çalışıyorlar. Bu kadar gaddar olmayın, evinize almak yardım etmek zorunda değilsiniz ama bu topraklar, bu ağaçlar, yeryüzü, hepsi ve daha göremediğimiz pek çok şey Allah'ın. Biz sadece gelip geçecek olan bir topluluğuz. Bunun idrakında olmalıyız. En içimi acıtan çocuklara karşı davranışları insanların, kimi hakaret ediyor, kimisi aşağılıyor: O çocuk neler gördü, ne yaşadı da buraya geldi fikrin yok, bu çocuğun anne babası hayatta mı bir akrabasının yanına mı sığındı fikrin yok, ama küçümsemek bedava, aşağılamak bedava. Bu yavruların kamplarda daha iyi olacağını söyleyenler de var elbet ben de öyle düşünüyordum, taki birkaç haber okuyana kadar kamplarla ilgili. Yani herşey sizin düşündüğünüz gibi güllük gülistanlık değil. Onlar içinde dilini, yolunu bilmedikleri biryerde yaşamak çok muhteşem değil, bunu kaçmaya çalışırken boğularak ölen mültecilere bakarak anlayabilirsiniz. Ne yazık ki insanlar çaresizlikten ölmeden önce, acaba elimizden birşey gelir mi diyen insan sayısı giderek azalmakta; vicdanlı kalalımi, insan kalalım!


      Halep'te atılan bombalar sonucu enkaz altında kalan Ümran, bu fotoğrafla karar verdim bu yazıyı yazmaya, gene bugün içinde Elazığ ilimizde gerçekleşen patlamada yaralılar ve ölüler var, Allah ölenlere rahmet yaralılara şifa versin. Cinnet geçirmiş insanlar daha çok toprak, para, güç arzusuyla insanları öldürmekten, sakat bırakmaktan ve onları yurtlarından çıkarmaktan hiç rahatsız değiller. İyinin ve kötünün savaşı devam edecek, ama siz tarafınızı seçin, Halep'teki çocuk buraya geldiğinde güleryüzle karşılayın onu tiksinerek bakmayın, yarın size ve evladınıza tiksinerek bakmayacaklarının garantisi yok çünkü. Bir çikolata bir güleryüz de mutlu eder çocukları, önyargılarınızı bırakın onlar da insan, zulüm görmüş insanlar yaralarını sarmaya çalışırken kanatmayın. Sonra incittiğiniz yerden incinirsiniz, gerçek zulmü kendinize etmiş olursunuz.
      Ümran için duam Allah şifasını versin ve bu yavruyu inşallah yüksek makamlara yerleştirsin, öyle ki savaşın acısını çekmiş olan bu yavru barış ve huzur için Allah yolunda durmadan çalışsın, kendi ülkesini de oradaki insanları da aydınlığa çıkarsın. Ben kendi çocuğuma bakınca o yavruları o yavrulara bakınca da oğlumu görüyorum. Biliyorum ki Allah bu farklılıkları bizlere imtihan vesilesi olarak yarattı, nefreti bırakalım. Biz bu dünyada yaşıyorsak ve olanları görüyorsak sorumluluğumuz var, sesimizi yükseltmeliyiz, kötü varsa iyi de var, karanlık varsa aydınlık da var. Allah sabredenlerle beraberdir, hayra, aydınlığa koşanlara selam olsun.

2 Ağustos 2016 Salı

Çocuklarımızı korumalıyız

     Bir anne ama bundan önce bir insan olarak son zamanlarda çocuk taciz ve tecavüz haberlerini insanlığımdan utanarak, o yavruların başına gelenlere engel olamamış bir hiç olarak okuyorum. Biz biriz onların çektiği acılar bizlerden uzak değil, bir çözüm bulunması için, cezalar artırılsın diye bir yazı yazmıştım, hatta öldürülen çocuklar da var, bu yavruları katledenler için de idam cezası olmalıdır dedim, Kuran'da Bakara suresi 179. ayet derki; ''Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki suç işlemekten sakınırsınız.'' Yapılan zulme misliyle karşılık verilebilir bunun sebebi suçtan sakındırmaktır; birkaç gün önce kimyasal hadımın yasallaştığını okudum bir sitede. Açıkçası sevindim, minicik yavruların bedenlerine ruhlarına acı verenlere, onları hayattan koparanlara yeterli bir ceza mı derseniz, bilemiyorum ama en azından o çocuğun hayattaki renklerini soldurduğu gibi kendi dünyası da kararacak, erkeğim diye ortalarda dolaşıp başkalarına da aynı şeyi yapamayacak. Kimi insan hakları savunucuları hapis cezasının yeterli olduğunu düşünmüş, hapis cezası ne kadar caydırıcı olabilir bir sapık için? Hele ki çoğu zaman çok uzun cezalar da almıyorlar. Yatar çıkarım diyerek tekrar yapmayacağının garantisi yok, ama hadım cezası caydırıcı bir ceza hem de toplumdaki masum yavrularımızı korumak için de gerekli. İnsan haklarından daha önemlisi çocuk hakları, çünkü toplumun geleceği onlar, umudumuz onlar, bizleri iyiye ve güzele taşıyacaklarını umut ettiğimiz yavruların bedenlerinin hayallerinin kirletilmesine onay veremeyiz. Biz yetişkinler olarak dahi tacizi tecavüzü kabullenemiyoruz, onlar küçücük dünyasında neler yaşıyorlar, fiziksel olarak ruhsal olarak nasıl acı çekiyorlar tahmin edemiyorum. Çocuklarımızı koruyamıyorsak biz şeref namus ve haysiyetimizi yitirmeye mahkumuz.
      Verilecek cezanın dışında, bu çocuklar genellikle devlet korumasına alınıyor, buraların da daha iyi denetlenmesi, çocukların ihtiyaçlarının daha iyi karşılanması gerekir. Aslında çocukların yaralarının en iyi bir aile ortamında sarılacağını düşünüyorum. İlgi, sevgi ve zaman herşeyi çözer Allah izin verirse. Bu sebeple koruyucu ailelik uygulamasını yürekten destekliyorum, hatta en büyük hayallerimden biri koruyucu aile olmak. Bir evladım var ama Allah'ın yarattığı her kul ilgiyi şefkati yuvayı hak eder. Bizi bugünlere getirirken elimizden tutan herkese borçlu değil miyiz? En çok da yalnızken aile sahibi yapan, fakirken zengin eden Allah'a şükran borcumuz yok mu? Başkalarının elinden tutmak, birilerinin kurtuluşuna hayrına vesile olmaktan daha güzel ne olabilir ki. İşte en az fakiri, yoksulu doyurmak kadar, ailesi hayatta olsun olmasın yurtlardaki çocuklara sahip çıkmak da bizim görevimiz. İnşallah çocuğu olmayan aileler de içlerindeki sevgiyi bu yavrulara verirler, çünkü tedaviler düşüklerle psikolojisi bozulan birçok insan var, Allah size bir eksiklik vermedi ki, onu tamamlayacak yavrular da çok uzakta değil. Gerçekten yalnızca doğurmak yetmiyor anne olmak için hatta doğurmaktan daha zor olanı ömür boyu ona destek olmak, onu büyütüp hayata hazırlamak. O yüzden çocuk sahibi olmak istiyorsanız, yalnız kalmış yavruları da unutmayın derim, bu konuyla ilgili facebook grubuna burdan ulaşabilirsiniz.
       Gerek sahip çıkarak, ihtiyaçlarını gidererek gerekse onlara zarar verecek hasta ruhlu insanlara gereken cezayı vererek bizler çocuklarımızı, masumiyetimizi, onurumuzu koruruz. Çocuklar bizim geleceğe bırakacağımız mirastır, sadece kendi çocuklarımızdan ibaret değil bu dünya bunu da unutmayalım, kendimiz için ve onlar için eşit, adaletli bir dünya hayalimizden vazgeçmeyelim. Allah'tan ümidimizi kesmeyelim, yapılan küçük bir iş dahi karşılıksız kalmaz unutmayalım, daha iyi bir dünya için çabalamaktan vazgeçmeyelim.
   
   

31 Temmuz 2016 Pazar

Namaza başladıktan sonra..

     Namaz pek çoğumuz için yaşlanınca kılarız, işlerimizden vakit bulamıyoruz diyerek ertelenen, insanlara ağır gelen bir ibadet, günün 5 vakti çok değerli zamanımızdan harcamaktan sakınarak, bu vakti dedikodu, tv izlemek, telefonla oynamak veya fazladan uyumakla değerlendiriyoruz. İnsanlara kızmak değil amacım, ben de tam olarak böyleydim, küçük bir kaza sonrası dizimi incittim. Bükmekte zorlanıyordum, yürürken topallıyordum yolda yürürken insanlar acıyarak bakıyordu. Herşey böyle başladı.
    Diz eklemlerindeki sakatlıkların ciddi olabileceği ve ömür boyu sorun çıkarabileceğini okudum, doktora gidersem ameliyat ol diyecek diye korkmaya başladım, çünkü dizimi hiç bir yöne hareket ettiremiyordum ağrı olmadan. Ben bize can ve sağlık veren Allah'a güvendim, Allah'ın yarattığı sistem bir kez düşünce bozulacak ve bir daha düzelmeyecekti öyle mi? Kendi yaratmadığım bu beden için ahkam kesmeyi bıraktım. Nasıl ki yaralar iyileşiyor, zor zamanlar geçiyorsa bu ağrılar da dinecek ben tekrar yürüyecektim. Peki nasıl Allah'a arz edecektim durumu? Hiç namaz kılmayan ben, namaz rekatlarını, okunacak surelerin bir kısmını, rükuyu secdeyi, namazı anlatan internet sitelerinden öğrendim ve kılmaya başladım. Diz ağrılarım olduğu için 5 vakit kılamıyordum, ama bükmekte zorlandığım dizim namazda o kadar acımıyordu, şaşkındım. Aynı hareketi başka zamanlarda yapmam mümkün değildi. Allah'tan yardım istediğimde herşey sanki daha kolaydı ve  acı çektiğim için kalbim daha samimiydi. Sonra çok şükür ara sıra ağrılarım olsa da düzeldim, özellikle her cuma namaz kılmak isteyip kılıyordum, ama diğer günler kılmak aklıma pek gelmiyordu. Hamileliğim de böyle geçti bir farkla Kuran meali okumaya başladım, doğumdan sonra ise namazı bıraktım bebeğimle ilgilenmek çok zor geliyordu, devamlı oturmak veya uyumak istiyordum bebekle ilgilenmediğim vakitlerde. 2. ayında alerji kaynaklı egzama ve ishal sorunu çok yıprattı, dua ediyordum sürekli Allah'ım bir çare diye, çok şükür. Yumurtalı hazır yiyecekleri ve şekeri kestikten sonra, birde probiyotik gıdalarla (yoğurt,elma sirkesi) bağırsaklarıma iyi gelen yiyecekler tükettiğimde bu sorun da çözüldü Allah'ın yardımıyla. Aidin Salih hocaya ve onun yazılarına ulaşmıştım internetten, bir de kortizonsuz bir egzama kremi bulmuştum ''coresatin'' hala pişiklerde kullanırım. 
    Namaza gerçek anlamda başlamam ailem ve eşim arasında kalıp ne yapacağımı bilmediğim zamanlarda oldu, yuvamı tercih ettim ama ailemi de arayıp soruyorum, bütün bu sıkıntılı zamanlarda Allah'a sığınan ben birşey farkettim, Allah bu sıkıntılarımızı çözdüğünde biz Allah'ın dininden ona dua etmekten hemen yüz çeviriyoruz. Şükretmek için dua etmeliydim, namaza devam etmeliydim, ben ikiyüzlü bir insan olmamalıydım, çıkarı için yüzümüze gülen insanlardan nasıl nefret ediyorsak, Allah'ın huzurunda bu korkunç duruma düşmekten çok korktum. Oruçlarımı tutmalıydım ki Aidin Salih hoca da orucun çok büyük bir şifa olduğunu kitaplarında yazmıştı.Allah kullarına bir rahmet olarak indirmişti Kitab'ı ve ibadetleri, O'nun emrine uygun yaşayarak faydalarını görmek mümkün. Kaza oruçları tutmaya başladım, haftanın 2 gününü oruçlu geçiriyorum. Bilmeden de olsa açlıkla ve Allah'ın mucize nimetleriyle şifa bulduktan sonra bu nimetleri terkedip sonra da ben neden hastalandım demek olmazdı. Oruç nimetini terketmeyecek, aksine tutamadıklarımı da tutacaktım acele etmeden. Namaza, Allah'a şükür ve duaya devam edecektim, sadece başım sıkıştığında yakaran, zevk ve sefa içindeyse herşeyi unutan bir insan olmak istemiyordum. Sabah namazına özellikle korkarak uyanıyordum, bu vakit Kuran'da şahitli olduğu belirtilmiş bir vakitti. Her vaktin önemi olmakla beraber, sabah namazına kalktığımda gün boyunca namaz kılmaya daha istekli olduğumu gördüm. Bazı vakitleri atlayarak kılmaya devam ettim bu arada sağlığımda olan değişiklikleri insanlara muhakkak anlatmalıyım dedim. İnsanlar bunun için namaz kılmamalı, içinden geldiği için Allah'a yakarmak, ona şükretmek, derdini dileğini anlatmak için; önünde saygıyla eğilmek için kılmalı. Bize can veren, yuva veren, evlat veren, rızk veren hep O değil mi? Neden başkalarına vaktimizi çokça ayırırken namazı bırakalım ki? Biz namaza  ve Allah'a sımsıkı sarılalım ki Allah'tan birşey istemeye de yüzümüz olsun. O'nun emirlerinden yüz çevirip ondan yardım istemek.. Allah çok büyük ki gene de dualarımızı geri çevirmiyor. Öyleyse haydi arkadaşlar Allah'a koşun çünkü O'ndan merhametlisini bulamayacaksınız, O'ndan başka dost da bulamayacaksınız.


     Anlatmak istediklerime gelince; ben depresyona girmeye meyilli bir insandım, insanların kırıcılığı, bencilliği, hırsı beni çok yıpratmıştı, kendi ailem bile yüz çevirdi ve yalnız kaldım, namazla yalnız olmadığımı anladım. Benim içten dualarıma ibadetime Allah gönlüme ferahlık vererek, içime huzur vererek cevap veriyordu. Hiç ummadığım şeyler oluyordu, diz ağrılarım tamamen bitmişti, oruçla beraber nefsimi kontrol edemeyen ben iradeli ve daha kararlı bir insan olmuştum. Düzensiz ve işlerini asla zamanında yapamayan ben namazla düzenli ve gününü verimli kullanan bir insan olmuştum, pek çok komşu edinmiştim yeni taşındığımız sitede. Eski arkadaşlarımla tekrar buluşuyorduk, yalnız değildim artık. Oğluma bakmak eziyet olmaktan çıkmış çoğu zaman sinirlendiğim olaylara olur öyle şeyler demeye başladım. Eşime karşı da aileme ve beni üzen her olaya her insana daha anlayışla bakmaya başladım, içimi ferahlatan herşeyi dayanılır kılan namaz ve Kuran'dı. Ülkenin içindeki zor duruma üzülürken bile Allah büyüktür, herşeyin bir sebebi vardır, Allah inananlara zulmetmez dedim. Fakat insan kendine ve başkalarına zulmediyordu, bizim görevimiz de buna karşı durmaktı. Bu dünyada barışı huzuru eşitliği sağlamak, gerçek hayatın ahirette olduğuna iman ederek bu dünya malına tamah etmemek, bizden daha zor durumda olan herkese yardım eli uzatmaktı. Görevlerimi, hayatta durmam gereken noktayı öğrenmiştim, ruh ve beden sağlığım uzun süredir böyle değildi. Bunları anlattım çünkü içinizdeki bunalımın, stresin, üzüntünün kaynağı Kuran'dan, Allah'ın bize gösterdiği yoldan uzak bir hayat yaşamanız olabilir. Başınıza gelen sıkıntılar da tam olarak dönmeniz gereken yönü göstermektedir. Ne olur modern hayatın içinde, başkaları ne düşünür diyerek dininizi öğrenmekten ve yaşamaktan vazgeçmeyin, hurafelere değil Kuran'a yönelin. Bizim için kurtuluş yolu apaçık orada anlatılıyor, anlamak ve bilmek isteyenler için. Bir söz okudum, bir Kitap hayatınızı değiştirir diye, o Kitap benim için Kuran'dır. Kuran geri dönmek istemeyeceğiniz güzel bir yola sokar sizi. Gerçek ben kimim bunu sorgularken bulursunuz kendinizi? Gerçeklik dediğimiz nedir, ne kadar görecelidir, kendimizi bulmak için özümüze dönmek için biz bu gerçeklikle karşılaşmalıyız. 
      Hayatımdaki pek çok mucizeyi Kuran'la namazla ve oruçla tanışınca yaşadım, ölüleri dirilten Allah ölü kalpleri de diriltir. Herşeyin bir manası olur gözünüzde, karıncanın dahi; yaşamak boş ve anlamsız değildir artık. Kendinize hedefler koyar, kısacık ve ne zaman biteceği bilinmeyen ömrümüzü hayırlı işlerle doldurmaya çalışırız. Öyle ya geri dönüş yok, topladığımız mallar bizi bırakacak da yaptığımız iyi işler dünyadan giderken bizimle olacak. Ben zaten iyiyim namaza ibadete gerek yok diyebilirsiniz ben de öyle derdim, fakat şimdi anladığım, namaz ve oruç insanın bizzat kendi sıhhatini, gücünü koruması için, başına geleceklere dayanabilmesi için, Allah'a daha yakın olabilmesi, sabrı öğrenebilmesi için şart; yoksa en ufak imtihanda imanımız da iyiliğe olan inancımız da kaybolabilir. Allah bizleri doğru yola iletsin, hayırlı günler dilerim.

28 Temmuz 2016 Perşembe

Hiçbir canlı şiddeti haketmez

     Dünyada huzur içinde yaşamak varken, bizler kavgadan, kibirden, sürekli yarışmaktan, şiddetten, bağırıp çağırmaktan vazgeçemedik. Neden? Sebebi nefsimizi kontrol edemeyen insanlar olmamız. Birisi bize acı çektirdiğinde, ona bundan daha büyük bir ceza vermek için çırpınıyoruz veya onu cezalandıramıyorsak bu öfkeyi kendimizden daha zayıflara yöneltiyoruz. Bu öfkenin bir şekilde dışa vurulması kaçınılmaz fakat en çok masumları ve güç yetiremeyenleri etkiliyorsa orda bir duralım derim. Annesinden babasından şiddet gören çocukların durumundan başlayalım. Kendi çocukluğumu anlatayım kısaca: Babamın psikolojik sorunları vardı, tedavi olmayı hiç denemedi, bizim için pencereden bakmanın bile yasak olduğu zamanlar, evde sürekli havada uçuşan hakaretler normal bir durumdu. Büyük çocuk olunca bütün olan bitenin sorumluluğu üstüme yıkılır, dayağımı yer, köşede ağlardım. Evden çıkmamız da yasak olduğundan, penceredeki sineklerin kanatlarını koparıp onların çaresiz çırpınmasını izlerdim. Bunlardan dolayı hala kendime kızıyorum, acıyı hissetmediklerini umuyorum, bunun dışında oyuncak bebeklerimin parmaklarını keser, gözlerini yerinden çıkarır, saçlarını da sobada yakardım. Bunları neden anlattım? İnsanların şiddete karşı bir çözüm üretmesi, sevgi dilinin gücünü öğrenmesi gerekir. Öğrenmezsek ne mi olur? Anne babasını, eşini, çocuğunu gözünü kırpmadan öldüren insanlar yetiştiririz, sonra da oturup halimize ağlarız.
     Bu toplumun bireyleri olarak bizim görevimiz ölen insanların, mahvolmuş hayatların, şiddet gören çocuk ve hayvanların arkasından ağlamak değil, bütün bunların kaynağını sevgisizliği ve saygısızlığı kendimizce en aza indirmek. Ben ne yapabilirim ki demeden önce okuyun. Şiddet sadece fiziksel şiddetten ibaret değildir, bir insanı aşağılamak, onun gururunu kırmak şiddetlerin en kötüsü olabilir. Çünkü ağır sonuçlar doğurur; o kişi egosunu başkası üzerinde tatmin edecektir ya da kişiliğinin parçalanmasına depresyonlara sebep olacaktır. Her türlü birilerinin hayatında basit gibi gördüğünüz bir söz yüzünden derin yaralar açacaksınız. Zincirleme olarak gittiğinde muhtemelen daha zayıf bir kişinin, bir çocuğun, güçsüz bir sokak hayvanının inlemesi çok da önemsemeyerek etrafınızdaki herkesi aşağılamanızın bir sonucu olabilir. Bunlar arasında bağ kurmak vicdanlı bir insan için çok zor olamaz. O sebepledir ki ağzımızdan çıkan her cümleden sorumluyuz. Ne dediğimiz sadece karşımızdaki insanı değil onun çevresindekileri de etkiler, bir insana iyilik yaptığımızda sadece o insana değil bütün insanlığa ve en önemlisi kendimize iyilik yapmış oluruz. Bu olaylar zincirinin tekrar bizi bulması uzun sürebilir ama bu dünyada veya ahirette yaptıklarımızın bedelini ödeyeceğimizi bilen herkes için bu önemli bir meseledir. Bizden daha alttakileri aşağılamak, onları horgörmek, fiziksel veya psikolojik şiddet uygulamak ve bunun doğuracağı sonuçları önemsememek büyük bir yanlıştır.

      İnsanın kendisine denk yaratılmamış bir canlıdan öç almaya çalışması, hayvanlara işkence etmesi aklının yerinde olmadığına bir delildir. Aklını insanlar tarafından uygulanan şiddet sonucu kaybetmiş olması da muhtemeldir. Sevgi dilini, yaratılanı Yaradan'dan ötürü sevmeyi, paylaşmayı, farklılıklarımızla alay etmeyi değil birbirimizi hangi konuda tamamlayabileceğimizi öğrenmek zorundayız. Yoksa masumlara yapılan işkence ve şiddet dolu olayları yaşamaya devam edeceğiz. Sevgiyi sadece bizim ailemiz ve çevremiz haketmez; hizmetimizde çalışanlar, sokak çocukları, sokak hayvanları da sevgiyi hakeder. Bir böcek dahi yaşamayı hakeder; ilahi güce, Allah'a, O'nun yaratmasına olan saygımız varsa bize zarar vermeyen hiç bir canlıyı öldürmez, şiddete meyletmeyiz. Hiçbir canlının başıboş olmadığını idrak eder, bize yapılanları da yaptıklarımızı gören ve duyan olduğunu biliriz. İnsanı şerefli bir varlık olarak yaratan Allah'a şükürler olsun. Yıkıcı değil yapıcı ve olumlu enerjilerle çalışmaya, üretmeye, etrafımıza ışık yaymaya devam edelim. Yaptıklarımızın karşılığını alacağımızdan şüphemiz olmasın. Çok şükür Allah'a sığınan insan en derin yaralarını kapatır, onu incitenleri dahi affedecek olgunluğa erişir, şiddete şiddete karşılık vermek haksa da affetmek Kuran'da övülen bir davranıştır. Nefsimize yenilmediğimiz, vicdanımızı yitirmediğimiz hayırlı günler dilerim.
   

26 Temmuz 2016 Salı

Çocuk tacizi vakaları

     İsmini duyunca haykırmak istediğimiz, konusu açılınca insanın içine bir hançer saplayan fakat yine de güzelim çocuklarımızı korumak için konuşmak, bir çözüme bağlamak zorunda olduğumuz tacizlerden bahsetmeye çalışacağım. Yapılan en büyük zulmü ben çocuklara yapılan zulüm olarak görmekteyim, çünkü henüz dünyayı anlamamış, yaşayacağı pek çok güzel şey olan bir çocuğun, henüz günahı dahi olmayan yavruların vebaline giriyorlar. O çocukları fiziksel ve psikolojik olarak mahvediyorlar ve o çocuklar toplum içinde kalmaya, bu yaraları sarmaya tek başına güç yetiremiyor. Bizlere düşen sessiz kalmak değil her platformda çocukları istismar edenlerin, en ağır şekilde cezalandırılmasını istemek olmalı. 
      Kuran hükmüne göre bir suç ona benzer bir yolla cezalandırılmalıdır, fakat onların yaptığı iğrençliği bir ceza olarak bile kabullenemiyorum, içim almıyor. Ama o çocukların ahı ne olacak yerde mi kalacak? Başka çocuklara da aynısı yapılsın diye hafif cezalar mı verilecek? Gerektiğinde canından dahi olabileceğini bilmeli tacizciler, hele ki öldürülen çocuklarımız da var. Bunlar için kısas cezasını uygulamak, toplum vicdanını rahatlatmak ve bütün çocukların güvenliğini sağlamak zorundayız. İdam cezası en çok, çocuk istismarcılarını, çocuk katillerini hedef almalı. Bir toplumun geleceğini, masumiyetini bu şekilde pis zihniyetlerin karartmasına izin verilmemelidir. Bizler zalimin zulmüne dur demediğimiz sürece biz de ortak olmaktayız bu zülme, o yüzden dur diyelim, cezaları artırılsın, idam cezası özellikle böyle masum yavrulara zulmedilmesi ve öldürülmesi halinde uygulansın. Kuran hükümlerine ve Allah'ın ayetlerine gereken saygıyı gösterelim. Göstermediğimiz de toplumun içinde bulunduğu vaziyeti görüyorsunuz. İnsanlar eşinin dostunun, yavrusunun başına birşey gelecek diye paranoyak olmak zorunda değil. Bu zalimlerin cezasını hakkıyla verebilmek ve bu zulmü yok etmek için Allah'tan yardım isteyip savaşmalıyız. Çevremizde yaşandığından şüpheleniyorsak araştırmalı ve emin olduğumuzda korkmadan şikayet edebilmeli, o çocuğun hayatını mahvedenlerin karşısında durmalıyız. Allah ''Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostunuz yoktur. Sonra size yardım da edilmez.'' buyuruyor Hud suresi, 113. ayette. Öyleyse zalimlerle mücadele etmemek onların zulmünü hoş görmek bir Müslüman'a yakışmaz. 
      Çok hassas konular olduğunun farkındayım, fakat göz yummaktansa karşısında durmak zorundayız, zulme uğrayanlara da maddi manevi bütün destekler verilmeli, o çocukların sağlıklı bir şekilde hayata devam etmesi sağlanmalıdır. Devletimizin bu konuda elinden geleni yaptığını ümit ediyorum, sivil oluşumlarda gerektiğinde destek verebilir bu yavrularımıza diye düşünüyorum. Zulme uğramış kimse hele de bir çocuksa yardımı hakeder,  o kendini savunamaz durumdadır, biz her mecrada onun haklarını, ona zulmedenlerin cezasını konuşmalıyız. Savaştan kaçmış zulme uğramış çocukların da sizin çocuklarınızdan bir farkı olmadığını görün Allah aşkına. Onların başına neler geldiğini bilemezsiniz, bilmeden yorum yapmayın zanna girmeyin, yaralı olan kalplere bir hançer de siz saplamayın. Kamplara geri dönsünler diyen insanlarla karşılaştım, sokaklarda yatan mülteciler için. Sonra kampta çocuklara taciz haberi okudum, görmedim duymadım ama o şüphe bile beni kahretmeye yetti, yüreğim burkuldu, mahvoldum, kim bilir savaşın ortasında neler yaşadılar ve neler gördüler? Lütfen bilmediğiniz nasıl muamele edildiğini görmediğiniz mülteciler hakkında yorum yapmayın, siz de zalime ortak olursunuz mazlumu da karşınıza alırsınız. Allah'ın azabından sakının. Bir Mümin zulmedenin karşısında zulme uğrayanın da yanında olmak zorundadır, inancımız bize bunu öğütlüyorsa dini sadece şekilcilikten ibaret görmeyelim. Vicdanımız ve aklımızla düşünüp hareket edelim. Allah'ım sen masumları, yavrularımızı koru, Allah'ın laneti zalimlerin üzerine olsun. İnsanların adaletinden kaçtığını sananlar, Allah'ın adaletinden ve ateş azabından kaçamazlar.

21 Temmuz 2016 Perşembe

Allah'a giden yolda engel olmayın

     Bizler Müslüman bir ülkede doğduk, çoğumuz Kuran'ı anlayarak okumadık belki de en önemli sorunların kaynağında bu yatıyor, çünkü okumadığımız için kandırılmaya bize öğretilen şeyleri din olarak kabul etmeye açıktık. Sorgulamak günahtı, büyükler en doğrusunu bilirdi. Tek akıllı ve tek doğru olan biz miydik? Allah'a giden yol bir kişi için hayatı kendini olayları kavramaya görünenin ötesindeki gerçekleri aramaya başladığında başlar, peki bu yolda engelsiz yürümek mümkün müdür?
     Ateistlerin inanmaması beni üzüyor, dinimize küfretmedikleri sürece tek dileği birgün Allah'ın onlara hidayet vermesi. Fakat dine esas zararı veren dine hurafeleri karıştıran, Allah böyle emrediyor diyerek insanları İslam'dan soğutup uzaklaştıranlardır. Az önce Suriye'de teröristlerce başı kesilen bir çocuğun videousunu izledim, eğer çeviri yanlış değilse beni vurun diyordu. Kafasının kesilmesini istemiyordu belli ki korkuyordu. İçim sıkıldı, bunaldım hepimizin terör karşısında boğazı düğümleniyor, kim böyle zulüm görmek ister ki? Terörü yok etmek için mücadele etmeliyiz, ayrıca terörün Allah adıyla yapılmasını reddetmek zorundayız. Allah'ın dinine iftirada bulunanlar bilmelidir ki Allah intikamını alır, zalimin zulmüne seyirci kaldığını sanmayın, onun hesabı pek çabuktur. Bizim imtihanımız bu olaylar olurken Allah'ın yolundan saptırmaya çalışanları açıkça bilmek ve bildirmek. Allah zalimler haricinde kimseyle savaşın diye emretmez insanoğluna, para makam mevki ve güç için Allah'ın adını kullanmayın. İslamiyetin şiddetle yayılmasını emreden bir ayet de bulamazsınız, peygamberlerimiz (Allah'ın selamı üzerlerine olsun) dahi güzel öğüt vermek, insanları uyarmak, iyi davrananları müjdelemek için gönderilmiştir. İnsanları zorla şiddetle inandırmak için gönderilen bir peygamber yoktur. Hatta işkenceye, zulme hakarete maruz kalan, yurtlarından çıkarılanlar Allah'a iman edenlerdir. Hiç aklınız alıyor mu cihat adı altında teröristlik yapanları? Cihat Allah yolunda malıyla ve canıyla savaşmaktır. Yetimi yoksulu doyurmak, hakkı adaleti sağlamak için doğruyu korkmadan söylemektir. Nefsin emrettiklerine karşı gelmek, herkes karşı gelse de Allah'ın peygamberlerine, indirdiği kitaplara iman edip Kuran'a uygun yaşamaktır. 

      Bizler zulüm ve kısas haricinde adam öldürün diyen bir Kitap okumadık. Zulüm ölümden de beterdir ve kısas adaleti sağlamak içindir. Ben Müslüman'ım diyenler hükmedecekseniz Kuran'la hükmedin yoksa esas dini olmayan Allah'ın yoluna engel koyan sizler olursunuz. Bu oluşumların destekçileri de aynı şekilde İslam'a hizmet değil düşmanlık etmektedirler. Şeytana hizmet ederler, çünkü Allah yolundan saptırma vazifesi görürler. Allah'ın laneti zalimlerin üzerindedir. Batıla dalmış olanlar, bu kitaptandır bu Allah'ın emridir diye yalan söyleyenler de aynı şekilde Allah'la insanlar arasında bir engel görevi görmekten başka ne işe yararlar. Ben inananlardanım diyorsanız Kuran'ı okuyun, anlayın, başkasının din diye gösterdiği yollara sapıp kaybolmayın, Allah kendisine teslim olan kimseyi hidayete erdirecektir. Bundan sonra cahillere ve onların boş sözlerine itibar etmeyin, cahil dediğimiz kimse eğitim almamış hiçbir şey bilmeyen kişi değildir. Cahil kendi nefsini rehber edinmiş gerçeği göremeyecek kadar kör ve sağır olmuş kişidir kanımca. Bilmediklerimizi Kuran'dan öğrenelim, hurafelerden yüz çevirelim, kurtuluş budur. Allah hepimizi doğru bir yola iletsin, hayırlı günler.

15 Temmuz 2016 Cuma

Yüzeyden öze doğru

     Sadece kendi çevrem mi, toplum mu yoksa artık bütün dünya mı şekilci karar veremiyorum, özünü kaybetmiş milyonlarca insan birşeye benzemek, mış gibi yapmak tasasını taşırken, kendini bulmaktan çok uzak. Gerçekliğini kaybetmenin sonu da şuraya varıyor: ismini sayamayacağım yüzlerce psikolojik rahatsızlık ve ruhun çırpınışlarını yok etmek üzere alınan ilaçlar. Tabi psikoloijk rahatsızlıkların çok zaman kaybetmeden insanın beden sağlığını da etkilediğine şüphem yok. Bu kadar hasta insanla birarada yaşarken toplumda sağlıklı bireyler kalması mümkün mü? Evet mümkün, ama şekilcilikten ve yüzeysellikten kurtulup, evreni algılamaya çalışarak ve Yaradan'a ulaşma arzusunu içimizde taşıyarak. 
      Şekilcilik konusunda en vahim tablo insanın inançlarında yüzeysel olması, inanıyormuş gibi yapması ve başkalarının da böyle yapmasını beklemesi, kendi yarattığı putların esiri olması. İçinde bulunduğumuz toplumda sıkça Müslümanlık kavramını anlayamamış Müslümanlarla karşılaşıyoruz. Allah'tan korkmak yerine, patronundan, babasından, eşinden korkan insanlar olmuşuz bunların hepsini de Allah'ın yarattığını unutarak. İnsanlar ölünce isyan ediyoruz, sanki canı veren bizmişiz gibi. Yaşadığımız olaylarda suçlu arıyoruz veya kahraman herşeyden haberdar olan Allah bizim bunu yaşamamıza izin veriyor, bunun farkına varamıyoruz. Biz dünyevi sebeplere ve olaylara bağlanmışken, ötesini nasıl görecek ki gönül gözümüz. Allah'a olan inancımızı kalbimizde hissetmiyorsak bize namaz da ağır gelir, oruç da; dua etmek de ve samimiyetini kaybeder ibadetlerimiz bunu anlamalıyız. 
      Toplum baskısıyla din öğrenilmez, Allah'ın gönderdiği kitabı okumadan, yaşadığımız olayların perde arkasında Allah'ın varlığını idrak etmeden, peygamberlerin, inananların neler yaşadığını öğrenmeden sağlıklı bir hayat görüşüne sahip olamayız. Bu dünyayı, makamı, mevkiyi, parayı, diplomayı ilahlaştırıp bunları kazanıp sonrasında da kaybetmemek için çabalar sonra da bunun için mi kendimi heba ettim deyip kendimizi kınarız. Bizden önce yaşayanların da çoğunun bu sebeplerle hüsrana uğradığına Kuran okuyarak şahit olabiliriz. Kuran'da öğüt verildiği üzere dünya üzerinde gezip dolaşarak, insanların hikayelerini, sonlarını görmek de bize sağlam bir delil oluşturur. Öğüt almak istersek kaynağımız Kuran olmalı, insanın özüne dönüşü, inancında şekilcilikten öze geçmesi de böyle mümkündür. Çünkü Allah kullarının kalbini en iyi bilendir, O'ndan başka bir dost aramaya gerek yoktur. Kimseye baskıyla başını ört, namaz kıl, oruç tut demeyin, Allah'ın mucizelerle dolu kitabını okuyun, okutun. İnsana kendini, Allah'ı, bu dünyaya neden geldiğini daha iyi anlatabilecek bir kitap yoktur. 
      Hani çocukken en sevdiğimiz kitap diye anket doldururduk ya, şimdi o anketi yapsalar Kuran derim. Ayrıca bana okumayı yazmayı sabırla öğreten anneme, öğretmenime, ilk okuduğum masal kitaplarımın yazarlarına, bana ilk Kuran'ı hediye eden kayınvalideme çok içten teşekkür etmek istiyorum. Hepsi bütün adımlarım bütün çalışmalarım bütün mucizelerim ve bütün kırgınlıklarım birgün Kuran'la tanışmak içindi. Çok güzel bir söz okudum, bir kitap insanın hayatını değiştirebilir! Evet hayatındaki negatif olayların bile seni bir yerlere götürebileceğini anlarsın yeter ki Oku, Allah'ın emriyle.
       İnancında samimi olan insan için bir hayat görüşü vardır artık, Allah'ın yarattıklarına, kendisine ve çevresine saygı göstermek, karşısına çıkan insanlara selamın, sözün en güzelini söylemek, yoksul yetim ve darda kalmışlara yardım etmek, Allah'a olan kulluk görevini şükrünü, ibadetlerini doğru biçimde yapmaya çalışmak; ikiyüzlü olarak değil samimiyetle Allah'a yönelmek, dünya hayatında kendine, ailesine, çevresine faydası dokunacak işler yapmak, Allah'ın dinini yaymak için mücadele etmek. Müslümanın daha pek çok güzel vasfını layıkıyla taşımaya çalışmak. Böyle bir hayat yaşayan insan maddi sıkıntılar, sevdiklerinin kaybı, hayattaki başarısızlıklarla üzülse de, bunların hepsinin gelip geçici olduğunu idrak etmiş, Allah'ın rızasını kazanmak için kendisine verilen zamanı isyan ve nankörlükle değil şükür ve sabırla geçirmeye niyet etmiştir. Böylece kendisi için de en hayırlı yolu seçtiğinin bilincindedir. 

29 Haziran 2016 Çarşamba

Ölen insanlar mı insanlık mı?

    Ramazan Bayramı geliyor, babamı aradım, eşimle gelirsem beni kabul etmeyeceğini söyledi, arkasından dinime küfredince görüşürüz deyip kapattım, halbuki ısrar edecektim, baba bayramda küslük olmaz diyecektim diyemedim kapattım. Sonra uzun süre ağladım, yapılan onca haksızlığa susmak kolay olmuyor. Olsun, barışa ve hayra yönelik işler yapmakla mükellefiz bizler. Bozgunculuk, arayı bozmak, küfür Müslüman'a yakışmaz. Tam da akşam bu kadar canım sıkılmış bunalmışken, Atatürk havalimanı'ndaki terör saldırısını okudum sosyal medyada, inşallah birşey olmamıştır derken bayramda bir daha evine dönemeyecek dönse de belki eski sağlığına uzun süre kavuşamayacak insanlar vardı, ülkece bu terör ne zaman bitecek düşüncesi, durumun acı tablosu içimize oturdu. Ölenlere rahmet, yaralılara şifa dilemekten başka da elimizden birşey gelmedi. Beni ilk soran ramazanda erzak yardımı yaptığım bir anneydi, çok duygulandım, kardeşlerim babam aramadılar mesaj dahi atmadılar, ben o sırada havaalanında değildim olabilirdim de, kimsenin garantisi yok ki bu dünyada. 3 günlük dünyada bu bayramı göremeyecek anne babalar, evlatlar var, herşey bu kadar yalanken nefretimiz neden bu kadar gerçek?
     İnsanların ölmesinden daha vahimi yaşarken ölmeleri galiba, ailemde, çevremde insanların haksızlıkları, hakaretleri, nankörlükleri, kıskançlıkları, miras kavgaları o kadar doğal bir hal almış ki herkes çok memnun kendisinden ve de çok emin. Gerçekten hesabını veremeyecekleri işler yapmaktan biran bile çekinmiyorlar, oysa bize kısıtlı bir süre tanındı ve bu süre kendimizi düzeltmemiz, Allah'ın nimetlerine şükretmemiz hayra ve barışa koşmamız içindi. Ailemize dahi sahip çıkamazken, minicik bebekler çöpe atılırken, yetim ve öksüzler itilip kakılırken, akrabalar miras için birbirini öldürmeyi göze almışken ülkemize nasıl sahip çıkacağız biz? Allah'ın dininden uzak kaldık biz, Allah'ın yarattıklarına eziyet ettikçe, herkesten üstün görüp kendimizi, kibrimizde boğuldukça. 5 dakika sonrasını bilmeden 50 yıl sonrası için yatırım yaptık ama 5 metre mesafedeki yoksula sadakayı çok gördük. 
     Bugün derdimiz üzüntümüz terörden ölen insanlar, fakat aynı zamanda ölen insanlığı da hatırlatalım kendimize. Bu dünyada doğru, haklı, adaletli olabilmek için Kuran'a sarılalım, Allah'ın ipine sarılalım, en sağlam yol budur. İslami terör, cihat bunları öne sürüp dinimize küfretmeyelim, küfrettirmeyelim. Allah peygamberlere insanları zorla iman ettirin dememiştir, onların görevi öğüt vermek uyarmak ve inananları müjdelemektir, zorbalık yapmak değil, paylaştığım ayet de bunun delilidir. İslam savaşmayı emreder evet, cehaletle, kibirle savaşır, zulmedenle savaşır. İnananlar eğer savaşacaksanız bunlarla savaşın. Allah'a ve dinine iftira atanlardan olmayın. Terörü, kötülükleri bitirmenin başka bir yolunu göremiyorum, bütün çocuklar huzurla, barışla, kardeşlikle büyüsün inşallah... 
Allah'ın selamı üzerinize olsun.

26 Haziran 2016 Pazar

Kime neyi ispatlıyoruz?

     Yaz geldi, bir yandan da ramazan ve sosyal medya paylaşımlarına bir bakayım dedim, insanın sinirlerini bozuyor gerçekten kapatsam mı hesabımı diye düşündüm, takip ettiğim güzel bilgiler, kitap alıntıları paylaşan sayfalar olmasa gerçekten durulacak yer değil. Birçok hesabı takipten çıktım.
     Bir insanın anne olmasından daha doğal birşey yok ve evladının her anını fotoğraflayabilir ama bunu sosyal medyada dakikada bir paylaşım hızıyla yüklemene ne gerek var? Çocuğunu tatile götüremeyen bir anne baba senin çocuğunun havuz deniz keyfini görmek zorunda değil! Ayrıca ramazan olmasına rağmen kahvaltı keyfi, kahve keyfi diye paylaşım yapanların rahatlığına da bir anlam veremiyorum, hiç mi eşin dostun yok oruç tutan? Kimse sana yeme içme diyemez ama sosyal platformda yiyecek resmi paylaşmak için uygun bir zaman değil, saygıyı hakediyor ibadet halinde olan insanlar. Bilmeden veya unutarak paylaşanlar için değil tabiki sözüm. Onun dışında iftar sofrasında paylaşım yapanlara da sıcak bakamıyorum, yardım kuruluşunda iftar yemeğimi verdin, fakir fukara davetli miydi? Ancak bunu özendirmek amacıyla bir paylaşım yapabilirsin, senin ailece ne yediğinden banane yani?
     Eş dost aman hatır gönül diye diye bunları çekmeye gerek görmüyorum, insanların bu kadar düşüncesiz bu kadar ben merkezci olması herkesi kendi kabuğuna çekti evet ama sosyal medyada tüm bencilliği ve şımarıklığıyla insanoğlunu görüyoruz. Biraz oturup düşünseniz zaten yaptığınızın pek de faydalı birşey olmadığını anlayacaksınız. Ne yazık ki gazetelerdeki çıplak kadın fotoğrafları neyse, sosyal medyada insanların özel hayatını paylaşması da bana aynı derecede korkunç geliyor. Bırak eşinle ettiğin kahvaltı, çocuğunun havuz keyfi, aldığın yeni elbise sana kalsın; eşini çocuğunu şehit verenleri, çocuğuna ekmek alamayanları, bayramda giymek için başkasından ikinci el kıyafet arayanları araştır bul. Dünya senin ve ailenin etrafında dönmüyor bunu bir idrak et kardeşim. Sen mutluluğunu yaşa, birçok insan gibi evinde yaşa, arkadaşlarınla yaşa ama bunu birilerine ispat etmeye çalışma. Herkes yapıyor ben de yapayım nolacak deme, iyi işler yapanları örnek al, onların peşinden git. Hiçkimseye sana da bir faydası dokunmayacak işlerle uğraşma, zamanını ömrünü boş işler peşinde koşarak geçirme.
     Ben bu dünyaya sosyal medyada insanlara hava atmak için mi gönderildim, bunu uzun uzun düşün. İkna olduysan devam et kardeşim, bu amaçla geldiğine inanıyorsan devam et. Yardım kampanyalarının, ihtiyaç sahiplerinin ne yazık ki medyada bile yeterince yer almadığını düşünürdüm, sosyal medyada da durum farklı değil. Kendi bencilliğimizde boğulup ölmeden biraz etrafımıza bakalım. Kim ne der diye değil, vicdanım ne diyor diye! Hayırlı günler dilerim.
   

25 Haziran 2016 Cumartesi

Özel olmayan birgün: Nevresim gününüz kutlu olsun!

     Başlığa hiç şaşırmayan sevgili okurlarım günaydın :) O kadar haklısınız ki, değerlerin içinin boşaltıldığı bir düzende her birey, her meslek ve her nesne için birgün bulunuyor. Nevresim günü de olsun yani bence sonuçta lazım sonuçta onun başı kel mi? Belki esas konuya girmekte gecikmiş olabilirim, özel olmayan birgünde bu özel günler çılgınlığını konuşmak istedim. Çok sinirlendiğim bir konu gelmiş aklıma tutmayın küçük enişteyi :)
     Bu sene bugüne ulaşana dek; yılbaşı, sevgililer günü, anneler günü, babalar günü, bilumum doğum günü atlattım çok şükür, ayrıca komşumuz dünya su günümüzü kutladı oğlunun ödevi sebebiyle; ''Aaaa öylemiymiş'' diye çok sevinerek karşıladım sanki dünyada herkes o günden itibaren suyu israf etmeyi bırakmış, temiz suyu olmayan ülkelere kuyular, çeşmeler yaptırmaya koşmuştu, öyle bir sevinç öyle bir neşe. Gününü de unuttum o kadar mutluyum ki hiç tarihe bakmak istemedim, o gün hiç bitmesin istedim. Neyse konumuzdan uzaklaşmayalım, tıp bayramında doktorunuza hediye aldınız mı siz? Ben de almadım eve doktor gelseydi kolonya şeker ikram ederdim ama gelmediler, biz mi ayağına gidicez yani!
     Allah'ın her günü değerlidir ve yarattığı herşey değerlidir zaten, gün belirleyince daha değerli daha güzel olmuyor, hatta toplumsal değerlere insan ilişkilerine bir de darbe vuruyor bugünler. İnsanları uzaklaştırıyor. Hatırlanmayınca insanların arasına küslük bile giriyor, böyle özel güne başlarım yani diyesim geliyor. İllaki gün belirleyecekseniz, yetimleri doyurma, yoksulları giydirme günü yapın. Müslümanlar bunu hep yapmalı ama dünyanın her yerine bunu duyurmaktan daha güzel birşey olabilir mi? Dünya'daki saçma sapan trendleri burdaki insanların içselleştirmesi, toplumun yozlaşması için verdiğiniz emekler göz yaşartıcı gerçekten. Kadın cinayetlerinin hızla çoğaldığı ülkede sevgililer günü kutlasan ne yani? Yetimlerin öksüzlerin olduğu yerde anneler babalar günü niye şenliklerle kutlanır? Tv'lerde reklamlarda, billboardlarda milletin gözüne sokup, iki ürün satarım mantığıyla toplumda her insanın eksik kalmış bir yerine dokunuyorsunuz. Benim annem yok, anneler gününde mezarlığa gidelim demişti bir akrabamız, neden yani neden? Ben annemin arkasından dua etmeyi, hayırlı işler yapıp ona yakışan bir evlat olmayı dilerim, mezarına da giderim ama niye o gün gideyim ki? Annemin öldüğünü bilenler bir yardımım da, güzel bir işimde hep annenin mekanı cennet olsun derler. Bu lafı duyunca sevinçten ağlayasım gelir bir insanın bundan daha güzel bir hediye alabileceğine de inanmıyorum.
     İnsanları beklenti içine sokmaktan ve bu beklentiler karşılanmayınca onları mutsuz etmekten başka ne işe yarıyor bu çok özel günleriniz? Aramadı, hediye almadı vs. Heryerde bangır bangır bunu yaymaya çalışanları açıkça kınıyorum. Annemi, babamı, eşimi bir şey için tebrik edeceksem bu iyi birşey yaptığı için olmalı. Bir eşim olduğunu 14 şubatta idrak etmiyorum ben zor zamanımda yanımda durduğu zaman ediyorum. Bir babam olduğunuda Haziran'ın bilmem kaçıncı pazar günü hatırlamak zorunda değilim. Rahat bırakın insanları gerçekten, kalıplara sokmayın, günlere tarihlere sığdırmayın. Ne sevgi bir günlüktür insanın hayatında; ne de diğer duygular bu kadar basite indirgenemez, ve bir hediyeyle anlatılacak şeyler değildir.
     Sınırlı bir ömrümüz var, yani bu günleri zoraki hatırlamak ve insanlara belki de hiç kullanmayacağı hediyeler almaktansa, ailemizin, dostlarımızın, yani insanın değerini bilelim, doğaya farkındalıkla bakalım, evlatlarımızı farkındalıkla yetiştirelim, kitap okuyalım. Çevremizdekilere de bugünlerin ticareti canlandırmak dışında bir önemi olmadığını hatırlatın lütfen. Hepinize hayırlı günler dilerim.
   

19 Haziran 2016 Pazar

İçki ve eşcinsellik

    Ramazan ayında İslam'ın güzelliklerini konuştuğumuz gibi yasakladıklarını da konuşabiliriz. Fakat insanoğlu Allah'ın koyduğu kurallara kendisi uymak ve çevresindekileri de uyarmakla yükümlü olduğunu unutuyor, bambaşka görevler yüklüyor kendine. Allah'ın bize emrettiği yoldan gidelim bu yolu öğütleyelim ama gitmeyenler için birer bekçi değiliz biz bunu hatırlayalım, peygamberlerimize bile böyle bir görev verilmedi, insanları Allah'ın yoluna davet etmek, inanıp iyi işler yapanları müjdelemek ve inanmayarak kötü işlerde ısrar edenleri uyarmaktı onların görevi ve insanları en doğru en güzel yola çağırmaktı. Peygamberler, Allah'ın seçtiği kullar dahi Kuran'a uymayanları uyarmakla kalıyor ve zulmetmeyenler haricindekilerle savaşmıyorsa bizler için de büyük bir ders yok mudur burada?
     Kuran içkinin, kumarın, putların, falın şeytan işi pislik olduğunu ve bunlardan vazgeçmemiz gerektiğini söyler. Bu öğüdü bize veren bizim yaradılışımızı bizden iyi bilen Allah'tır. Ki bu sayılanların insanlara ne büyük zararlar verdiğine çevremizde çokça şahit oluyoruz. İçki kumar bağımlılığı yüzünden çocuklarına ekmek götürmeyen babalar, aile içi şiddet ve daha pek çok felaketler yaşanmakta. Allah'ın sözleri hafife alabileceğimiz sözler olmadığı gibi, onlara uymadığımızda başımıza gelecek felaketleri de göze almak zorundayız.
    Eşcinsellikten, bu sebeple helak olan Lut kavmi'ni anlatan ayetlerde bahsedilir. Hayasızlık, çirkinlik ve sınırı aşmak olarak bahsedilir Lut kavminin yaptıklarından. Ankebut suresi 28-29. ayetleri okuyabilirsiniz. Fakat peygamber onları öldürmek veya onları cezalandırmakla yükümlü değildi, o Allah'tan kurtuluşu dilemiş ve Allah onu o bölgeden uzaklaştırması için meleklerini göndermişti, ki daha sonra büyük bir felaketle şehrin yokolduğunu hem kutsal kitaplardan okuyoruz, hem de daha sonra bölgede yapılan araştırmalarla görebiliyoruz. Kısaca bizler çevremizde gördüğümüz çirkinlikleri, Kuran'a Allah'ın öğütlediğine uymayan insanları uyarmakla görevliyiz evet ama bizleri anlamıyor yaptıkları işlerde devam ediyorlarsa, Allah'a sığınıp o insanlardan uzak durmaktan başka çaremiz yok. Kendi nefislerine zulmeden insanlar belki uyarımızı dikkate alıp doğru yolu bulacaklar bu sebeple güzel öğüt vermeyi ihmal etmemek durumundayız. Ama onlara kötü muamele ettiğimizde bu bizim dinimizi sağlamlaştırmaz ve onlara doğruyu göstermek için de iyi bir yöntem değildir.
     İslam'ın hoşgörü dini olması, insanlar üzerinde baskı kurarak değil, insanın akılla doğruyu ve güzeli bulmasına rehber olmasındandır. Bunu bilerek hareket edelim, eşcinselleri öldürerek içki içenleri döverek dinimize hizmet edemeyiz, onlar bize veya mazlumlara zulmediyorsa bu başkadır fakat kendilerine zulmettiklerinden zaten ziyan içinde olanların ihtiyacı olan şey güzel öğüttür. Hoşumuza gitmese de başka yolları seçmiş insanlarla karşılaşacağız, onların doğru yolu bulmasına katkıda bulunmak istersek bizler en doğru yolu ve en güzel sözü seçmek zorundayız. Öteki türlü biz de zalimlerden ve zorbalardan oluruz ki bu İslam'ın övdüğü değil yerdiği bir özelliktir. Allah hepimizi doğru yola iletsin sevgili okurlar. Hayırlı günler dilerim.

Savaşın sınırında

  Ülkede ve hatta dünyamızda kutuplaşma had safhada, eğriyi doğruyu görmeye bulmaya çalışıyoruz,siyasiler arasında sert tartışmalar, toplum içindeki uzlaşmazlıklar, pek çok şiddet, terör olayı üst üste geldikçe, nereye gidiyoruz, bunun sonucu nereye varacak diye düşünüyorum. Şiddetle çözülmeyeceğine inandığım konular olsa da, ne yazık ki sivilleri katletmek üzere programlanmış bir terör örgütüyle barış yapılamayacağını acı bir şekilde gördük, çünkü zalimin amacı uzlaşmak değildir, bozgunculuk yapmaktır, huzursuzluk çıkarmaktır. Kendi güçlerini göstermek ve ispatlamak için başkalarının canını yakmaktan çekinmezler. Zalimle uzlaşmak demek onun zulmüne sessiz kalmak demektir ki bu da haksızlıklar karşısında dimdik durması gereken Müslümanlara yakışmaz. Ya zulmedilen toprakları terkeder, Allah'ın bize daha hayırlı bir yurt vereceğini ümit ederek yola çıkarız ya da o topraklarda zalimin zulmü bitene kadar savaşırız. Asker ve polislerimiz şuanda şehit olma yolunda, zalimle mücadele içinde. Allah hepsinin yar ve yardımcısı olsun. Pek çok şehidimizi toprağa verdik, evlere ateşler düştü, babasız yavrular, evlatlarını kaybeden ana babalar, geride kalan eşler hiçbirinin acısını dindirebilecek bir söz söyleyemeyecek kimse, ama zalime karşı savaşan şehitlerin mekanlarının bizlerden daha iyi olduğuna şüphem yok.
     Çatışmalar devam ederken, bir yandan da insanların değerleri yok edilmeye çalışılıyor, bu değerler yok olduğunda karşılarında savaşacak kimseyi bulamayacaklarını biliyorlar. İslam ahlakının yayıldığı yerde zulmedemeyeceklerini biliyorlar, bu yüzden gördükleri en büyük tehdit bu. İnançlı, Allah'a dayanmış, gücünü Hak'tan alan zalime boyun eğmeyecek nesiller. Bunun yerine içkinin, uyuşturucunun esiri olmuş kendi nefsinin peşinde koşan bir toplum gayet kolay şekilde köleleştirilebilir. Kimin dost kimin düşman olduğunu bile anlayamayacak doğruyu eğriden ayıramayacak nesiller yetişsin ki, bozgunculuk ve fitne tohumlarının verimlerini alsınlar. Bunu engellemek bize düşüyor, askerlerimiz çatışmalarda şehit düşerken, bizlerin görevi ortak değerlerimizi unutmamak, insanları partilere, görüşlere ayırmamak, insan olduğu için bu toprakların hamuruna kattığı iyi şeyleri görerek sevmek. Birbirimizin elinden tutup kaldırmak, doğru yolu beraber bulmaya çalışmak. En yakınımızdakilere, ailemize dahi düşmanlık ederek bu topluma ne kazandırmayı bekliyoruz ki? İnsani değerlerini yitirmiş bir toplum olmayalım, belki yarın o savaşın içine bizler de dahil olacağız. Kurtuluş savaşında neler yaşandığını belki de tam olarak anlayamadık gençliğini yaşamadan toprağa düşen şehitlerimizi unuttuk. Şimdi hatırlama zamanı.
      Şimdi bütün şehitlerin, zalime karşı duranların bu yolda ölenlerin topraklarında yaşamanın hakkını verme zamanı. Haksızlıklarla, mal mülk sevgisiyle, nefretle hiç bir toplum ilerleyemez, bizim için gerekli olan güçlü bir iman ve atalarımızın bizlere bıraktığı topraklara hakkıyla sahip çıkmak, mazlumun inlediği zalimin zulmettiği topraklara dönüştürmemek. Bunun için artık renkli dünyalarımızdan, konforumuzdan, eğlence ve zevklerden uzaklaşıp biraz düşünmemiz gerek. Ülkemizin bir köşesinde canlar verilirken bizim görevimiz burda zevk sefa peşinde koşmak değildir. Ülkede bölücülük yapanlarla kol kola olmak hiç değildir.
     Gezi parkındaki ağaçların kesilmesine fikren karşı bir insan olarak bu olayların nasıl da terör örgütü propagandasına dönüştüğünü izledim. Hala bu olayı konuşuyor olmamız bile yanlış, artık oraya gidenlerin çok az bir kısmının çevreci olduğunu idrak etmek zorundayız. Yanlış insanlarla aynı platformda olmayalım, tek amacı kaos olanların maskelerine aldanmayalım, onlar kendileri yoldan saptıkları gibi başkalarını da saptırmanın peşindeler. Çevreci olmak için sokağımızdaki çöpleri toplamak, balkonumuzda, bahçemizde çiçekler yetiştirmek, çevreci kuruluşlara bağışlar yapmak dururken kimsenin oyununa gelmeyelim. Kimsenin piyonu olmayalım, siyasileri eleştirmekse amacımız da hakarete varmasın dilimiz, bizler ilerde daha iyisini yapabilmek için kendimizi geliştirelim, kendi işimizi düzgün yapmaya gayret edelim. Kaosu kendi ellerimizle getirmeyelim, Ramazan ayında en çok ihtiyacımız olan şeyi birliği beraberliği yardımlaşmayı unutmayalım. Hayırlı günler sevgili okurlar.
   

18 Haziran 2016 Cumartesi

Hoşgörünün sınırları

    Etrafımızdakileri değiştirmeye çalışmaktan vazgeçip kabullenmeye başladığımızda hoşgörüye merhaba deriz, bazı şeyler eskisi kadar gözümüze batmadığında da hoşgörü oradan bize bakıp el sallıyordur. Bunu öğrenmemiz bazen zaman alabilir, çünkü bazılarımız için çocukluk ve gençlik dönemleri çok da hoşgörülü zamanlara denk gelmemiş olabilir. Yeni nesilden en büyük farkımız bu galiba. Çocukluğum 90'lara tekabül ediyor, pek hoşgörülü bir ortamda yetişmedim, evde sürekli ya misafir gelirse telaşı, dışarda da, bizi rezil etmeyin telkinleriyle büyüdüm. Dolayısıyla nasıl davranmam, nasıl davranmamam gerektiğini ve asla itiraz hakkım olmadığını öğrendiğim bir çocukluk yaşadım, herkesin işi başından aşkındı, kimsenin benim saçma fikirlerime ihtiyacı yoktu, susup dinlemem gerekirdi büyükleri ve hepsine saygı duymalıydım. Fakat sonrasında herşeye isyan ettiğim bir gençlik dönemi geçirdim, çocukluğumda bastırdığım ne varsa herşey ortaya döküldü saçıldı. İyi kötü bilmem ama o zaman olmasaydı elbette birgün olacaktı, çünkü ben çocuk olarak geldiğim dünyada en zevkli geçecek günlerimi yetişkin taklidi yaparak geçirdim. Bunun intikamı biraz ağır oldu. Yazının başlığında dikkat çekmek istediğim konu tam olarak buydu çocuklarımıza birazcık hoşgörüyü çok görmeyelim. Ama bu hoşgörüyü abartıp başkalarının haklarına saldıran çocuklar yetiştirmeyelim. Bu ayrımı yapmak tabiki anne baba için hiç de kolay değil ama kişinin özgüvenli olması ve sınırlarını bilmesi açısından çok önemli.
      Sürekli kısıtlanan çocuklar, çok fazla özgürlük verilen çocuklar kadar belki onlardan daha çok çevresine zarar verebilirler. Durum şöyle; anne babanın sınırsız özgürlük vermeye çalıştığı çocuk toplumda diğer insanlar tarafından yeri geldiğinde uyarılacak ve elbette yaptığı yanlışlar yüzünden dışlanıp yalnız kalacak ve geç de olsa sınırlarını çizecektir. Fakat kendisi olmasına hiç izin verilmeyen çocuğun maskesinin altından ne çıkacağını bilemeyiz, onaylanmak veya tepki görmemek için kendi düşüncesini kendine saklayan çocuk, davranışlarının sonucunun ne olacağını bilmeden hep engellenmiştir. İnsanlara ve kendine nasıl faydalı olabileceğini veya nasıl zarar vereceğini öğrenemeden bir robot gibi yetiştirilir. Zamanı geldiğinde duygularını ifade edemeyecek, kendini savunamayacak, hatta istediğini söyleyemeyecek derecede kendine olan güvenini kaybetmiş olacaktır. Bu durum çocukta kendisine ailesine ve çevresine öfkeyle bakmasına sebep olur. Uslu çocuk yetiştirmek isterken, psikolojik problemlerle uğraşmak istemiyorsanız, çocuğunuz bırakın çok önemli olmayan kararları kendisi versin, giyeceği kıyafeti, ne zaman ders çalışacağını, parka ne zaman gideceğini mesela. Çocuğunuzu bir kalıba sokup sonra da çevreden alkış toplamanın peşine düşmeyin. Bırakın çocuğunuzu kimse övmesin ama siz çocuğunuzu, o da sizi sevsin. Başkalarına ve kendine zarar vermesi haricinde ciddi anlamda müdahale edilmeyecek durumları onun insiyatifine bırakın. Onun da bir birey olmasına izin verin.
     Çocuk sizin toplumda taşıdığınız maskeye uygun bir maske taşımak zorunda değil, yoruluyorsanız mış gibi davranmaktan, o zaman gerçek olun ve çocuğunuzun  da kendi gerçekliğini yaşamasını seyredin. Anne baba olmak demek o çocuğun hayatında kalıcı izler bırakacaksınız demektir, bırakın çocuk sizi hatırladığında güzel anıları olsun, kısıtlandığı, dayak yediği, onaylanmadığı ve sürekli eleştirildiği için çocukluğundan kaçmasın. Hoşgörülü anne babalar mutlu çocuklar yetiştirerek, huzurlu bir toplumu oluşturabilir. İyi günler sevgili okurlar :)

Mesafeleri aşma zamanı!

     Hepimiz dinimiz, dilimiz, rengimiz veya cinsiyetimizle çok farklı olduğumuzu hissetmek istiyoruz, ve sahip olduklarımızın en iyisi olduğunu duymaktan gurur duyuyoruz. İnsanın kendi bedenini, yaşadığı toplumu, cinsiyetini sevmesi güzeldir fakat bu sevginin bir sınırı olmalı. Bu sınırı geçtiğimizde ve bir olduğumuzu unuttuğumuzda bu özellikler birer farklılıktan çok büyük mesafelere dönüşüyor insanlar ve toplumlar arasında.
     Sizce Allah insanı, verdikleriyle kibirlenip diğerlerini aşağılaması için mi yarattı? Yoksa bu farklılıklar da bizler için bir imtihan mı? Allah herkesi beyaz yaratabilme gücünü sahipken neden renk renk yarattı bizleri? Bizi yaratanın Allah olduğuna iman etmişken neden diğer insanları ve canlıları da Allah'ın yarattığını unutur insan? Neden onları ayrı bir yere kendini de çok yükseklere koyar ve oradan ahkam keser?
     Uzay araştırmaları gün geçtikçe hız kazanıyor, uzak mesafeler yakınlaşıyor ve insanoğlu diğer gezegenlerde, uzayda canlılar olup olmadığını sürekli tartışmakta. Acaba kendi etrafımızdaki canlıları görmezden gelip dünyayı yaşanmaz bir hale getirip sonrada uzayda yaşayabilecek bir yer aramak, oradaki canlıları merak etmek ne kadar doğru? Kendi evindeki problemleri çözmek yerine komşusunun eviniz gözetleyen bir teyze miyiz? Evet uzayı, içindeki diğer canlıları merak edelim ama şuan yaşadığımız dünyada daha kısa mesafeler aşarak ulaşacağımız insanları, yaşayabileceğimiz ve yaşatabileceğimiz mutlulukları unutmayalım.
      Birçok insan kendisini kurtarmak istiyor, maddi sıkıntılardan, ailesinin baskılarından, yalnızlıktan fakat kurtuluş tek başına olmaz ki, nasıl ki zor anlarınızda birinin elinizden tutmasını bekliyorsanız, başka insanlar da ellerinden tutacak birini bekliyor olabilirler, nerede ve kim olduklarını siz yardım etmeye niyet ettiğinizde bulacaksınız eminim. Her insan biraz eksik hisseder, kimi maddi yokluk çeker fakat kalabalık bir ailesi vardır, kimisinin hali vakti yerindedir fakat ailesi yoktur, uzaktadır. Kimisinin hayali çoktur imkan bulamaz, kiminin imkanları vardır yaratıcı fikirleri yoktur. İşte insanoğlu için bu farklılıklar, eksiklikler, fazlalıklar da birer imtihandır. Kendimizde olanla sürekli övünmek, başkalarının eksiklerini kapatacağımız yerde onları küçümsemek, kendi eksiklerimizin farkına varamamak bizi kötü bir sona doğru götürür. Faydalı olmak, iyi insan olmak bu farklılıkları görmek ve aradaki mesafeleri aşmak için eşitlenmek için çabalamaktan geçer. Sizden farklı yaradılmış olanlara, sizinle aynı imkanlara sahip olmayanlara hoşgörüyle bakmaktan geçer. İnsanlar arasındaki mesafeler ancak böyle kapanır, şiddet ve savaşlar ancak böylelikle bizden uzaklaşır.
      İnsanların eksiklerini kendimizdeki fazlalıklarla tamamlamalıyız, eşit ve mutlu bir toplum böyle oluşturulabilir, zenginin fakire el uzattığı, bilenin bilgisiyle övünmek yerine bilgisini bilmeyenle paylaştığı, kalabalıklar içinde olanın yalnız kimsesiz kalmışa masada bir yer açmasıyla mesafeler kapanır, nefret uzaklaşır insan kalbinden. İnsan kendinde olmayanı, eksik parçasını bulduğu için şükreder. Bu bir kısır döngüdür, başkalarının eksiklerini tamamladıkça sizin ruhunuz da tamamlanır. Üşüyen ayaklara bir ayakkabı, çok beğendiğiniz ama alsanız da giymeyeceğiniz, dolapta eskiyecek bir ayakkabıdan hem daha ucuzdur, hem daha büyük bir mutluluk sebebidir. Başkalarının dualarında yaşamak, kendi küçük dünyamızdan sıyrılabilmek, kendi yaralarımız olsa bile başkalarına merhem olabileceğimiz durumların mevcut olduğu bilmek bizi güçlü ve iyi bir insan yapar. 
    Diğer insanlara ulaşmak aslında pek de zor değil internetin yaygınlaşmasıyla beraber, sizlere facebookta bir yardımlaşma hesabına bakmanızı öneriyorum, sayfaya burdan ulaşabilirsiniz. Sosyal medyada doğal olmayan ve herkesin mutlu olduğu fotoğraflardan bunalan ben; sosyal medya nasıl sosyal sorumluluk projesine dönüşür, nasıl bir iş sahibi yapabilir insanı, bunun örneklerini yaşadım. İyi işler yapmak için dere tepe düz gitmek zorunda olmadığımız bir çağdayız. İyilik ve güzellikler için umudumuzu kaybetmeyelim, kötülüğe ve bencilliğe teslim olmayalım sevgili okurlar. Bu arada bu sayfanın da bir facebook hesabı var dilerseniz beğenebilirsiniz, burdan ulaşabilirsiniz. Hayırlı günler dilerim :)

Yaşam ve Ölüm

Doğumu mucizevi bir olay kabul ediyoruz fakat ölüm neden hep kötü şeyler hatırlatır bizlere? Başka bir boyuta geçeceğimize inanan herkes iç...