24 Şubat 2018 Cumartesi

Hayatın yükü mü geçmişin yükü mü?

Her insan geçmişinden kolaylıkla kopamaz, onu geçmişe bağlayan görünmez bağlar ileriye gitmeye çalıştıkça çekiştirir de canını yakar. Hayatın yükünü taşıdığımızı düşünürken, belki de geçmişin yüklerini, acılarını taşıyoruz sırtımızda. Çözemediğimiz her sorunla kafamız karışıyor; ileriye bakamıyor, önümüzü göremiyoruz. Geçmişin sorunları bizi hasta ediyor, umudumuzu kırıyor, başka bir yol bulmamızı, kendimize bir yol çizmemizi engelliyor bazen. Acı da olsa o bağları koparmak zorunda mıyız? Yoksa o bağlar mı bize bu hayatta ne için varolduğumuzu hatırlatan?

Ben çocukluğumda annemle babam arasındaki kavgaların dahi neden olduğunu ve nasıl sonuçlandığını hatırlayamasam da nasıl hissettiğimi çok iyi hatırlıyorum. Çok üzüldüğüm, ağlayarak uyuduğum geceler, unuttum sandığım anda tekrar canlanan sahneler... Küçük bir çocukken bile insan acıyı en derininde hissedebiliyor, sonrasında, ya onları bastırmak için iyi numarası yapıyoruz ve ciddi psikolojik rahatsızlıklar yaşıyoruz, ya da başkalarına da bu mutsuzluğu, acıyı yansıtıyoruz. Ben birinci yolu seçmiş biri olarak, dışardan güleryüzlü neşeli başarılı bir insan olmayı başardım, tabi buna başarı denirse. Çok nadiren insanlara derdimi anlatabildim, kimse anlamayacak diye düşünerek içimde sakladım çoğunu. Küfür de yesem, dayak da yesem ertesi gün gülerek başlamaya çalıştım güne. Bu gücü nerden bulduğumu bilmiyordum ama benim için en kolay yol buydu sanki, çünkü çözemeyeceğim büyük bir sorundu bu, mücadele ettiğimde daha çok üzüldüğümü hissettim. 

Tabi o zamanlar aslında herkesin kendi içinde yaraları olduğunu farkedemiyordum, bize acı çektiren insanların da bir zamanlar acı çekmiş olabileceği de aklıma gelmiyordu. İnsanın kendi ailesinden uzaklaşması çok acı olmakla beraber benim için gerekliydi. Bugün hem içimi dökmek hem de benim gibi olan insanlara yalnız değilsiniz demek için yazmak istedim. Çocuğumu büyütürken eski travmalarıma geri dönüyorum, bu kadar zor olacağını düşünmemiştim fakat yaşadığım şeyleri ona yaşatmamak için çabalarken ne çok göz yaşı döktüğümü de ben biliyorum. Evde küfür hakaret duymaması için çabalıyorum, illa ki kavga sebebiyle değil kötü sözlerin çocuğun ruh dünyasını nasıl kararttığını ben yaşadım. Başka çocukların da aile içinde şiddete, küfre maruz kalmasını asla istemiyorum. Ne yazık ki bırakın şiddeti, annesi gözünün önünde öldürülen çocuklar var ülkemizde, evlerin içinde huzur yoksa nasıl huzurlu bir toplum oluşturabiliriz? 

Uzun yıllar sonra farkettiğim birşey oldu: maddi değerlere; makama, paraya, fiziksel görünüşe verdiğimiz öncelik bizim huzurumuzu kaçıran esas meseleydi. Manevi değerlerden, inançlarımızdan, paylaşmanın hoşgörünün değerinden çok insanların mesleğine, parasına, kıyafetine, saçına başına bakmaya başladığımız an yozlaşmaya, iç huzurumuzu kaybetmeye, çevremize de yalnızca huzursuzluk vermeye başlamışız. Hırslarımızın esiri olup da çevredeki güzellikleri görmeyi, şükrü unutunca derin bir mutsuzlukla dolup en yakınlarımızı dahi karanlık bir mutsuzluk çukuruna sürüklemişiz. 

İki hamileliğimde de yaşadığım bir olayı paylaşma gereği duyuyorum bu noktada, ikisinde de normal sınırlarda kilo alan bir gebeyim bu arada, ama daha çok da alabilirdim. İlkinde eşimin yaşlı bir akrabası ''şişko'' demeyi uygun gördü, ikincisinde ise yeni tanıştığımız bir komşum ''çok şişmişsin'' dedi. Hamilelik gibi güzel bir süreçte iki söz de ne kadar boş, anlamsız ve gereksiz değil mi? Allah size bir can lütfediyor onu bedeninizde taşıyorsunuz, haliyle karnınız da, bedeniniz de genişliyor. İnsanlar ne ara bu kadar şükürsüz, ne ara bu kadar kusur arar oldu ben bilmiyorum. Ama etrafında şükredecek binlerce sebebi varken ona buna küfreden, laf sokmak için kafa yoran insanlara o kadar üzülüyorum ki. Önceden kırılırdım şuan derin derin düşünüyorum, bu kadar şükürsüz bir hayatın içinde nasıl bir cehennemde yaşıyor bu insanlar? Evet içinde büyüdüğüm ailede maddi imkanlardan çok manevi değerlerin eksikliğini hissederek acı çektim, büyüyünce farkettim ki bu değerler insanın hayatını cennet veya cehenneme çevirebiliyor. Bize insanlığımızı hatırlatan en önemli değerimiz tabiki İslam dini. Müslüman olduğunu iddia edip de dinin emir ve yasaklarından haberi olmayanları kastetmiyorum. Kuran ışığında yaşayan her kişi aslında kendi hayatını da çevresindekileri de bir cennet bahçesine dönüştürmek üzere uğraş veren kişidir. Kimisi düşmanlık eder, nankörlük eder, kimisi bu uğraşa saygı duyar hatta yardım eder. Ama sonunda herkes yaptığının karşılığını alır.

Geçmişe olan yolculuğumda rahmetli senarist yazar Ayşe Şasa'nın hayatı beni çok etkiledi, tam da Kuran'a ve İslam'a daha derin bir bakışla yaklaşırken, hayatımı değiştirmek için çabalarken derin bir acı içindeyken. Dost gördüklerim uzaklaşırken, daha huzurlu ama yalnız bir hayata geçerken anılarını anlattığı kitapları, daha derin acılar çekmiş bir kişinin rehberliğini sundu bana. Çocukluğundaki cehennemi ancak İslam'la tanıştıktan sonra tanımlayabilen, neyin eksik olduğunu ancak o zaman çözebilen rahmetli Ayşe Şasa bana kendi çocukluğumu sorgulattı. Çözemediğim sorunları aydınlatıp, yeni bir sayfa açmak için bana güç verdi. Bir ruh macerası ve Delilik ülkesinden notlar kitaplarını, psikolojik sıkıntıları olan her insana önerebilirim. Hastalığımızın adının ve tedavisinin ne olduğundan çok kaynağının neresi olduğunu bulmak benim için daha mühim. Şuan çekilen ruhsal sıkıntıların sebebinde de insana insanlığını unutturan manevi değerleri, inancı yok sayan, sadece insanın nefsine hizmet eden şeyleri sıralayabilirim. Manevi değerlerden, İslam ahlakından yoksun bir aile veya toplum düzeni kurmaya çalışmak, bana göre kendimizi çocuklarımızı gelecek nesilleri cehenneme atmak demektir hem de henüz bu dünyadayken, varın gerisini siz düşünün.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yaşam ve Ölüm

Doğumu mucizevi bir olay kabul ediyoruz fakat ölüm neden hep kötü şeyler hatırlatır bizlere? Başka bir boyuta geçeceğimize inanan herkes iç...